Antik Roma insanoğluna pek çok yeni ve faydalı şey öğretmiştir. Aynı zamanda pek çok kanlı ve gaddar olaylar da yaşatmıştır.  

İlk kuruluş yıllarını bir krallık olarak geçiren Antik Roma, daha sonraları cumhuriyet idare şeklini benimsemiş ve imparatorluk ile hikayesini sonlandırmıştır. (Düşünün; çökmesi bile 300 yıl sürmüş.) 

O zamanlar ayakta kalmak ancak savaşmak ile oluyor, hem de en kanlısından… Bedavaya ekmek yok, klavye silahşörlüğü geçer akçe değil. 

Bu savaşlar el ele-yüz yüze yapılıyor ve ferdi başarıların rolü çok fazla.  Krallar da sonradan gelenler gibi dallama değil, bakıyorlar ki askerler arasında cesaretiyle, silah kullanmadaki ustalığı ile temayüz edenler var, onları yavaştan kendi etrafında toparlamaya başlıyorlar. Ve böylece ‘kralın muhafızları’ yani Praetoryanların ataları ortaya çıkıyor. 

Adamların birinci görevi gene aslanlar gibi çarpışmak ve kral hazretlerini de kollamak. Günün modası gereği ‘kralımı koruyacağıma namusum ve şerefim üstüne yemin ederim.’ gibisinden bir ritüel de olsa gerek. 

Derken zaman değişiyor ve Roma cumhuriyet oluyor, öyle ya adamlar akıllı, bakıyorlar ki bu kral denen herifler memleketin anasını ağlatıyor, bir kişi anamızı ağlatacağına, koca bir meclis (Senato) olsun onlar anamızı ağlatsın diye düşünüyorlar.  

Kaide değişmiyor, cumhuriyet kurumları da bu PRAETORYAN işini seviyorlar. Bu sefer arkadaşların görevleri cumhuriyeti kollamak ve korumak. (yemin metninden kral çıkıyor, cumhuriyet giriyor.) Hala eskisi seçkin ve cesur savaşçı olmaları bekleniyor. Onlar da gereğini yapıyorlar. Yan gelip yatmıyorlar… 

Derken Sezar geliyor, hani şu meşhur Julius Sezar! O da bu çocukları benimsiyor, maaşlarını ve ayrıcalıklarını hatırı sayılır bir şekilde artırıyor. Ama bir sıkıntı var; Julius, cumhuriyetçi takılıyor ama adam resmen diktatör!! 

Praetoryanlar ona da sadakat gösteriyorlar. (derler ki yüce Sezar, kendini koruyan tüm alayın askerlerini adlarıyla bilirmiş.) 

Demokrasilerde çare tükenmez diyerek Senatonun koridorlarında Sezar’ın defteri dürülüyor. Bu sefer iç savaş başlıyor, ‘bizim çocuklar’ ikiye bölünüyor, birbirileriyle çarpışıyorlar. 

İktidarda kim var ise hani, onu koruyacaklar ya, durum biraz ortaya karışık vaziyetinde. Çünkü bir iç savaşta iktidarım diyenlerin sayısı hayli kabarık. 

Derken, 

Sezar’ın yeğeni Oktavianus başa geçiyor, halk zaten bu Senato işinden bıkmış.  

Şimdi de tüm ahali, anamızı bir sürü herifi naşherif ağlatacağına adam gibi biri gelsin o ağlatsın diyor. 

Oktavyanus kendini imparator ilan ediyor. Praetoryanlar her zamanki gibi nizamiyede. 

(yemin metninden cumhuriyet çıkıyor, imparator giriyor.) 

Gel zaman, git zaman… 

Bu arada her gelen imparator hem bunların sayısını artıyor, hem de ayrıcalıklarını Roma ordularının sıradan askerleri 25 yıl hizmet ederken bunlar 15-16 yıl ile yırtıyorlar. Ayrıca kıyak emeklilik hakları falan da cabası. 

Ne var ki bu imparatorların kanında bir tuhaflık var, çoğu kafayı yemiş halde saltanat sürmek istiyorlar. 

E ortada hala bir Senato var ama halkın hali harap. Bu adamlar seçimle gelmiş değil ki ‘git’ dediğinde gitsinler. Zor kullanmak gerekir. E Roma ordusunun Roma şehrine girmesi yasak. O zoru kim kullanacak bizim aslan PRAETORYANLAR!  

Kardeşim başlıyorlar halkın beğenmediği zıpırları temizlemeye her zaman da halkın değil kendi beğenmediklerini de ‘hal’ ediyorlar. Başa geçecek olan imparator adayları da bu sefer ‘beni imparator yapın sizi abad edeyim’ sömürüsüne başlıyorlar mı. 

E muhafızlar da aptal değil, ‘lan onca cephenin kahrını çekiyoruz, biraz da biz malı götürelim!’ diyerek milletin ve rejimin anasını ağlatıyorlar. 

Ta MS.64, Konstantin zamanına kadar. 

O, tüm diğer askeri bunların üstüne salıyor, kışlalarını yıkıyor. Ve PRAETORYAN kurumunun sonunu getiriyor.  

Sizce PRAETORYANLAR tarihten ve hayatımızdan silindi mi? 

Cennetmekan Eflatun Cem Güney masalını bitirdiğinde şöyle derdi: 

‘Gökten üç elma düştü…’