Sessizlik, çoğumuz için boşluk gibi görünür. Oysa boşluğun içinde ne çok şey saklıdır bir bilebilsek. Gürültüde kaybolan sesler, sessizlikte kendine yer bulur. İnsan, kalabalıkların karmaşasında duymaz kendi kalp atışını. Fakat bir anlık sükûnette, içindeki koca dünyayla baş başa kalır. Sessizlik, sadece suskunluk değil, aynı zamanda en gürültülü haykırıştır. Çünkü bazen sözlerin anlatamadığını, sessizlik bir anda dile getirir. Sessizliğin gücü karşısında bir baraj duramaz o yüzden.

Sessizlik, insanla anlam bulur en çok. Herkesin sustuğu yerde, kim olduğumuz sessizlikle açığa çıkar. Bazen bir tartışmada söylenmeyen cümle, söylenenlerden daha ağır basar. Bir bakışın ardındaki sessizlik, uzun uzun konuşulan kelimelerden daha çok şey anlatabilir. İnsan bazen susarak korur kendini, bazen susarak affeder, bazen de susarak en sert tepkisini dile getirir. Çünkü sessizlik, tek bir biçime sığmayan kuvvetli bir dildir. Bu dil konuştuğunda susmayı bilmez! Bu dil söze dokunduğunda raflardaki kitaplar suskunluğa bürünür.

Doğa da bize sessizliğin bu kaçınılmaz gücünü birçok yanıyla öğretir. Bir dağın zirvesindeki rüzgârın suskunluğu, bir denizin derinliklerindeki huzur, kar tanelerinin toprağa düşerken çıkardığı sessizlik gibi. Bütün bunların hepsi aslında güçlü bir konuşmadır. Bu konuşma, sözcüklerle değil; dinginlikle, varlığın özünden gelen bir sesle gerçekleşir. Sessizlikte, hayatın özüne dokunuruz. Gürültüde kaçırdığımız ayrıntılar, sessizlikte birden belirir.

Sonunda anlarız ki sessizlik, bir boşluk değil; tam tersine doluluğun apaçık işaretidir. İçinde taşıdığımız düşüncelerin, duyguların, hatıraların yegâne sığınağıdır. Konuşmalar biter, tartışmalar diner, kelimeler tükenir; ancak sessizlik gücünde ve zinde kalır. Ve biz insanlar, sessizlik sayesinde hem kendimizi hem de hayatı yeniden duymayı öğreniriz. Yaşasın sessizlik o zaman!