Çocukluğumuzda; gülüşümüz samimiydi, kalbimiz temiz, içimiz saftı. Gökyüzü daha maviydi sanki hayaller daha pembe. Gökyüzüne ve bulutlara bakıp, hayal kurar; bakkala diye çıkıp oyuna dalar, top oynamakla, ip atlamakla ve oyuncaklarla mutlu olurduk. Daha neşeli olduğumuz, en büyük korkunun karanlık, dizimizdeki yaranın da en büyük acı olduğunu sandığımız zamanlar.
Arkadaşlığın en sıkı, küsmenin en tatlı, sokaklardaki oyunların en güzel eğlence olduğu yıllar. Okula gitmenin dünyanın en zor görev ve sorumluluğu oladuğunu zanneder; okuldan dönünce de evdeki yemek kokularını içimize çeker, çıtır çıtır yanan sobanın sıcaklığında, yorgunluktan uykuya dalıp uyanınca da televizyonda sevdiğimiz çizgi filmin başladığını gördüğümüzde çok şanslı olduğumuzu düşünürdük.
Büyümek isterdik o zamanlarda, büyüyüp daha özgür yaşamak, her şeyin sahibi olmak, kendi kararlarımızı vermek.
Şimdi ise özlüyoruz çıkmak için acele ettiğimiz o çocukluğu. Yapamadığımız ya da yaşayamadıklarımızı çocuklara yaşatmak istiyoruz. Mutlu olsunlar, başarılı olsunlar, sağlıklı olsunlar diye uğraşıyoruz ve onlar için daha iyisini istiyoruz doğal olarak. Çünkü biliyoruz ki hayat; büyüyünce daha yorucu, daha zor, daha karışık, daha acımasız ve sorumluluklar daha fazla.
Hissettirmemiz ve vermemiz gereken sevgi, saygı, ilgi, vakit, himaye ve merhametle; çocuklar doyasıya yaşayabilmeli; oynamayı, gülmeyi, küsmeyi, arkadaşlığı, hayal kurmayı, koşmayı ve çocuk olmayı...