Son 13 yılda sağlık alanında gerçekleştirilen reformları görmezden gelmek, inkar etmek gerçekten de nankörlük olur.

Hatırlayalım; 2002'ye kadar parası ve sigortası olmayanlar için bir sağlık hizmeti almak neredeyse hayaldi. Acil serviste ölümü bekleyen hastalara senet imzalatılır, ödenmezse de hastanede rehin tutulurdu. İşçilerin yararlandığı SSK hastanelerinde kuyruklar hikayelere, filmlere konu olurdu. İlaç sadece hastane içindeki eczanelerden temin edilmeye çalışılır, alabilmek için araya adamlar konulurdu. 'Sağlıkta Dönüşüm' programıyla kamu hastaneleri tek çatı altında birleştirildi. İşçi, memur ve emeklilerin hastane ve sağlık hizmeti ayrımı sona erdirildi. Genel Sağlık Sigortası ile tüm vatandaşlar sosyal güvence altına alındı. 18 yaşın altındaki tüm çocuk ve öğrenciler Genel Sağlık Sigortası kapsamına alındı. Acil ve yoğun bakım tedavileri, sigortası olsun veya olmasın tüm vatandaşlara kamu ve özel hastanelerin tamamında ücretsiz oldu. Özel hastanelerde, kanser, doğum, yanık, organ nakli, diyaliz, kalp ve damar cerrahisi, doğumsal anomilerle ilgili tedavilerin tamamı devlet tarafından ücretsiz karşılanmaya başladı. SSK hastanelerinin kapısında sabah 5'te başlayan hasta kuyrukları yeni dönemde yerini randevulu sisteme bıraktı. 182 çağrı merkezinden ya da internetten istediği hastaneden, istediği hekimden randevusunu alan hasta tedaviye ulaşır oldu.

13 yıl önce bir yakınınız kalp krizi geçirdiği zaman ambulans çağırmak için önce cüzdanınızda para olup olmadığına bakmanız gerekirdi. Şimdi ise tüm 112 acil servis hizmetleri ücretsiz. Kara, deniz, hava, motorize ambulansları ile acil servis hizmeti veriliyor.

2010 yılında başlatılan aile hekimliği uygulamasıyla, her aileye bir hekim sunuldu. Her vatandaşın birinci basamakta tüm sağlık ihtiyaçlarını danışabileceği hekimle 'aile hastalık hikayesi' de takip ediliyor artık. Gelişmiş ülkelerde kullanılan 'koruyucu tedavi' kapsamında, bulaşıcı hastalıklar için ücretsiz aşı çalışması başlatıldı. Toplu taşıma araçlarında, hastanelerde, çocukların yanında bile sigara içilirken, kapalı ortamda tütün yasağı uygulaması başlatıldı. Hizmet sektöründe kapalı alanda, hatta hastanelerin, okulların açık alanlarında bile sigara yasaklandı. 4 yılda 2 milyon tiryaki sigarayı bıraktı. Türkiye, sigara ile mücadelede dünyanın en başarılı ülkesi seçildi. Uyuşturucu kullanımının önlenmesi için Yüksek Kurul oluşturuldu. Sağlıklı nesiller için obeziteyle mücadele ve hareketli yaşam programı başlatıldı.

13 yılda, 757 hastane, bin 737 aile sağlığı merkezi ile toplam 2 bin 494 sağlık tesisi açıldı. Odaların çoğunlu tek kişilik ya da iki kişilik oldu. Tam Gün Yasası'yla hekimlerin aynı anda dışarıda muayene yapması ve bıçak parası alması da yasaklandı. 34 şehir hastanesi için çalışma başlatıldı, kimi tamamlanıp hizmete girdi, kimi yapım aşamasında.

Eski Türkiye'de bir hastanede tedavi şansına eriştiyseniz, 8 kişilik koğuş tipi bir odada, diğer hastalar ve refakatçilerle birlikte kalmanız gerekiyordu. Ortak tuvalet ve banyoların kullanıldığı hastanelerde ameliyat olmanız gerekiyorsa doktor muhakkak 'bıçak parası' alırdı. 'Bıçak parası'ndan önce de doktorun muayenesine giderek muayene ücretini ödemeniz gerekirdi. Aksi halde ameliyat günü bir türlü gelmezdi. Bıçak parasını ödeyecek gücünüz yoksa bu kez ameliyatı asistanlara yaptırırlardı. Yani ne kadar para o kadar köfte…

Yukarıda vurguladığım gibi sağlık alanında gerçekleştirilen bu devrimsel dönüşümü asla inkar edemeyiz. Ancak her şey süt liman oldu demek de maalesef mümkün değil. Örneğin şu sözümona kuyruk çilesine son veren randevu sistemi. Uzun zamandır gitmemiştim, önceki gün sağlık sorunlarım nedeniyle yolum düştü. Eşim ve kızımla birlikte randevu alarak eski SSK, yeni adıyla Atatürk Devlet Hastanesi’ne gittik. Polikliniklerin olduğu binaya girdiğimizde karşılaştığımız manzaranın ‘eski Türkiye’den hiç farkı yoktu. İğne atsan yere düşmez misali, daracık koridorda değil yürümek nefes almakta zorlandık desem yeridir. Kuyruk mu? Alası vardı. Beklemek desen eskilerden hiç farkı yok. Randevu için verilen saatte oradasınız ama dakikalarca, hatta saatlerce yine bekliyorsunuz. Sıranız geliyor içeri giriyorsunuz, iki dakikalık bir hasta hikayesi dinlemeden sonra elinize tutuşturulan ‘tahlil’ kağıdıyla oradan çıkıp başka bir kuyruğu giriyorsunuz. Bir iki saatiniz de o kuyrukta geçiyor. Binbir çabadan sonra kanınızı vermeyi başarsanız da olay bitmiyor. Bu kez aynı polikliniğe dönüp yine saatler süren bir bekleyişe geçiyorsunuz. Tahlil sonuçlarınızı doktorun sekreteryası çıkarıp kapı önünde elinize uzatıyor, içeri alınacağınızı sanıyorsunuz ama hayır, yine beklemeniz gerek.  Oysa tahlil sonuçları doktorun bilgisayarında. İletişim çağındayız, her şey online ancak kafalar manuel. Doktor önündeki ekrandan bakıp işlem yapacağına tek tek çıktılar alınıyor, vatandaşın eline tutuşturuluyor ve saatlerce bekletiliyor…

Yani sözün kısası, sabah mesai saatinde gittiğimiz hastaneden akşam mesai bitiminde güçlükle çıkabildik. Ne konulan teşhis tatmin etti, ne yazılan reçete.

Demem o ki; Evet sağlıkta ciddi reformlar yapıldı. Evet teknolojiler çağa uyduruldu. Binalar güzel, alet edevat güzel. Randevu sistemi de güzel lakin tüm bunları kullanan insanların mantalitesi hala eski Türkiye ayarında. Yani bu anlamda değişen hiçbir şey yok. Olmadığı için de hastanelerde kuyruk çilesi devam ediyor…

Gidin görün. Fazla uzakta değil…