Aslında bugün şu siyasi askerlerle devam edecektim ama bugünlerde çok konuşulduğu için şu ‘korku’ zırvalığını biraz eşelemek istedim.
Ben klasik filmleri çok severim, irice bir koleksiyonum var. Yıllar önce Amerikan sinemasının tapınak şövalyeleri, Holivutçu arkadaşların çektiği ‘10 Emir’ adlı filmin DVD’sini sipariş etmiştim. Paketi açtığımda bir ikinci DVD vardı o da aynı filmin 1920’lerde çekilmiş bir versiyonu. Meğer Charlton Heston ile çekilen filmin 50’nci yıl anısına o filmi de hediye ediyorlarmış. E haliyle izledik. Konu aynı safsata Musa kabilesini sözüm ona kurtarır falan.
A, derken perdede birden son yazısı belirdi ve aynı anda bir kitabın kapağı kapandı. Hayda, meğer film yeni başlıyormuş. Tekrar dikkat! Çekim yılı 1920’lerin bir yerinde.
O ana kadar izlediklerimiz bir Amerikan ailesinin ‘10 Emir’ kitabını okuma hikayesi imiş. Esas film bu Amerikan ailesini konu alıyormuş.
Bunlar İsevi bir aile, anne ve iki oğlu, sonra oğlanların nişanlısı kızlar falan. Ancak anne, tam bir cadaloz, yobazın önde gideni. Hayatın tüm zevklerini günah sayan elinden İncil’i düşürmeyen aile içinde her şeyin bu kitaba göre düzenlenmesini isteyen hırçın, huzursuz bir baş belası. Kızların kıkırdamalarını, oğlanların yanında oturmalarını büyük günah olarak gören bir gerici.
(Tanıdık geliyor mu)
Bir psikopat kısaca.
Ailenin erkek çocuklarından biri anasının ipini pazarda satacak kadar düşük ahlaklı bir müteahhit, inşaat işleri yapıyor. Hırsız, arsız biri, yaptığı doğru dürüst tek bir bina yok hepsi defolu.
Diğeri ise tam tersi bir iyilik meleği, asıl işi ‘marangozluk’. (çaktınız manzarayı) Herkese yardım eden namus timsali bir delikanlı. Kardeşi ile de hiç anlaşamıyor.
Gel zaman git zaman müteahhit olan yaptığı pis işlerden nedamet getiriyor, daha doğrusu defteri sıfırlamak istiyor. E, bir kilise yapar günahlarımı af ettiririm diye düşünüyor.
Üstelik marangoz olan biraderine de ahşap işlerini kakalar onun da karnını doyururum hesabıyla girişiyor işe.
Ama adamın ruhu hırsız, her türlü malzemeden çalıyor. Diğer kardeş bunu sürekli uyarıyor ‘bak böyle olmaz kilise yapıyoruz burada çalmamalısın’.
Ama dinleyen kim. Kilise binası ortaya çıktığında annesine diyor ki ‘bak ne güzel kilise yaptım, dinimize hizmet ettim, gel de bir gör!’
Anne de kalkıp gidiyor, kiliseyi dolaşırken tuğlası, çimentosu eksik tutulmuş eğreti bir duvar çöküyor ve annenin üstüne iniyor, koşup kadını zor bela enkazın alından çekip çıkarıyorlar.
Son nefesini vermek üzere. Üçkağıtçı oğlan geliyor pişmanlık içinde annesine sarılıp özür diliyor, bu kez samimi.
Affet beni diyor, benim günahım bu.
Anne lafını kesiyor;
‘Hayır benim günahım çünkü ben seni hep Tanrı korkusu ile yetiştirdim, sen bu yüzden korkak bir hırsız olup çıktın!’
Son sözleri ile film bitiyor:
‘Oysa ben seni Tanrı sevgisi ile yetiştirseydim, böyle olmazdın. Sen beni affet!’
Ya işte böyle, adamlar ta o günlerde ‘Hulusinasyonu’ bitirmişler.