Hep eskiden, eskilerden bahsetmek, anılara dalmak yaşlılık emaresiymiş…
Ben de son zamanlarda klavyenin başına her oturuşumda dünle bugünü mukayese ediyorum nedense. Bugün yaşadıklarım, karşılaştıklarım hep geçmişe götürüyor. Beynim beni sürekli maziye yönlendiriyor. Ortalama insan ömrü uzadı. Bugünün şartlarında öyle çok yaşlı da sayılmam ama nedense şu sıralar yaşlandığımı sıkça hisseder oldum. Eskilerden özlemle bahsetmemin nedeni biraz da bu olsa gerek. Her neyse yine aynı ruh hali içerisindeyim. Bu yüzden biraz tembellik ederek ve affınıza sığınarak daha önce yazdığım bir yazıyı paylaşıyorum. Varın psikolojimin ne durumda olduğunu siz karar verin…

***

ÖZLÜYORUM !..
Çocukluğumda, gençliğimde rahmetli babamın zaman zaman, “Nerede o eski günler” deyişine ve derin derin iç çekişine şahit olurdum. Şimdilerde aynısını ben yapıyorum. Yeniye dair her şey, yeni olan her şey bana eskiyi hatırlatıyor. Özlüyorum, hem de iliklerime kadar özlüyorum…

Bir zamanlar kavga ettiğim arkadaşlarımı, eve dönüşte annemin azarlarını, babamın sahiplenişini…

İlkokuldaki tebeşir kokularını, yan sınıftaki ilk aşkımla teneffüslerde gizlice, utanarak bakışmalarımızı özlüyorum…

Kara önlüklü, beyaz yakalıklı günlerimi…

Lapa lapa kar yağarken kartopu savaşlarımızı, kar tarlasına dönen okul bahçesinde ayakkabılarımızın boyası gitmesin diye çorapla maç yapışlarımızı özlüyorum…

Tatillerde gittiğim köyde çaldığım her kapıda bir ana sıcaklığı ile karşılanışımı, dünyanın en değerli varlığıymışım gibi davranılmasını özlüyorum…

Artık yeni olan her şey batıyor. Birbirinden süslü kaldırımlar, caddeler, sokaklar, binalar hiçbir anlam içermiyor benim için.

Tozlu, çamurlu o eski sokaklarımı özlüyorum…

Sahurda davulcunun peşine düşüp mahalle mahalle dolaşmalarımızı, yitip giden aşklarımı, hiç yoktan küstüğüm arkadaşlarımı, mezarına ziyarete gittiğim/gidemediğim dostlarımı özlüyorum.

Mektup arkadaşlığının yerini mail arkadaşlığı almış. Eski sevgi sözcüklerinin yerini tutmuyor yeni kelimeler...

Ramazan akşamlarında kovboyculuk oynadığımız mantar tabancalarının sesini özlüyorum…

Hemen her evden duyulan pikap seslerini, arajmanları, türküleri özlüyorum…

Sofraya oturduğumuzda Allah ne verdiyse iştahla kaşık salladığımız o günleri, siyah-beyaz çocukluğumu özlüyorum…

Ekmeğe sürülen margarin üstüne reçeli, ahşap kutularında satılan Zile pekmezini özlüyorum…

Akşam olunca mahalleyi saran kömür kokusunu, eve girdiğimde tüm vücuduma yayılan sıcaklığı, sobanın yanında hayal dünyasına uzanışlarımı özlüyorum…

Dizine yattığım ninemin hikayelerini, o pamuk elleriyle saçlarımı karıştırışını özlüyorum…

Eskiyi, eskiden olan her şeyi çok ama çok özlüyorum…