Pazar arabasını arkamdan sürükleyerek eşimle birlikte pazar yerine tam giriyordum ki birden gözüm ona takıldı. 

Girişte bir karton kutunun üzerine koyduğu rengarenk çamaşır mandallarını satan, ufak tefek o kadını görünce adım atamadım. 

Eşim de fark etmiş olacak ki o da durdu. 

Kaç yaşında olduğu tahmin edilemez o yaşlı kadın, gözlerini yere dikmiş, gelen gidenle ilgilenmiyordu. 

Pazar yerinin pazarcısı olmadığı çok belliydi…  

Bir ara başını kaldırdı ve bize baktı. 

Kendisine baktığımızı fark edince, belki çocukluğundan beri başından çıkarmadığı, desenleri ve rengi solmuş tülbetini bir el hareketiyle alnına doğru indirdi ve bize çamaşır mandalı satmak için hiçbir harekette bulunmadan, aksine utancını belli etmemek için de başını pazarın içine doğru çevirdi. 

Güneşin kararttığı sütlaç kırışığı yüzünde onlarca yılın yorgunluğu ve bezginliği adeta haykırıyordu… 

Bakışları yorgun ve fer yoktu… 

Yıllarca aç kalmış bir insanın çökmüş avurtlarına sahipti. 

Sıkıntılı bir şekilde mandallarına doğru döndü ve zaten düzgünce sıralanmış olan mandalları yeniden düzeltmeye koyuldu elleriyle… 

Bedeninin küçüklüğü ile tezat iri elleri, bir kürek mahkumunun ellerinden daha fazla çatlaklarla kaplıydı… 

Tırnakları küt ve simsiyahtı… 

Çocukluğundan beri hayata sadece elleriyle tutumuştu sanki… 

 

Eşim ani bir hareketle kadının yanına vardı… 

  • Mandalların kaç para? diye sordu… 

Kadın yine o mahçup tavrı ile başı önünde cevap verdi. 

  • Paketi 20 lira… 

Eşim 50 lira uzattı ve iki paket mandal aldı… 

Kadın renksiz, kalın örgü yeleğinin iç cebinden 10 lira çıkartıp uzattı… 

Eşim, “kalsın” dercesine elini sallayınca yaşlı kadının fersiz, yorgun gözleri birden parladı,  o mahçup, utangaç kadın gitti, yerine bambaşka bir kadın geldi bir anda… 

  • Kızım ben dilenci değilim… al şu paranın üstünü… 

Eşim bir anda neye uğradığını şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi… 

Hemen devreye girdim ve bir paket daha mandal almasını söyledim… 

Eşim üçüncü mandal paketini de alarak yanıma geldi, uzaklaştık oradan… 

 

Biraz gittikten sonra eşime alışverişi kendisinin yapmasını söyledim ve fazla uzak olmayan bir yerden, bir pazarcının tezgahına yaslanarak o kadını izlemeye başladım… 

Etkilenmiştim… 

Yoksuldu… 

Belli ki açtı da… 

Ama onurunu koruyordu… 

Birden aklıma 9 gün boyunca direnen gençler geldi. 

Onlar nasıl ki hak ettiklerini alamamalarını kabullenmiyorlarsa, bu kadın da hak etmediği, emeğinin karşılığı olmayanı kabullenmiyordu… 

“Zamanın ruhunu” ıskalamış olan bu kadın, milyarlarca doları iç edenlerin yanında gerçek bir “insandı,” tıpkı o gençler gibi…