Hani dini emirlerin bir adı var ya, biz ona Farz diyoruz. Dinen yasak olana da haram diyoruz. Halkın kabul edip uyguladığına da töre, adet, gelenek gibi isimlerle anıyoruz.
Hoşlanmadığımız ve yadırgadığımız söz ve davranışlara ‘’ayıp’’ diyorduk. Mahalle disiplini, aile terbiyesi, nesilden nesile aktarılan görgü gibi yazısız kanunlarımız kaybolmaya başladı.
Son yıllarda adet olmuş gibi illerimizde ve büyük ilçelerde şehir müzeleri kuruluyor. Birkaçını ben de ziyaret ettim. Müzenin ana teması geçmişte yaşanan hayatı maketler ve silikonvari heykeller ve görsel bir sunum yardımıyla ziyaretçilerine hatırlatmak, yeni nesle de öğretmek amacını matuftur.
Yani eşyalarımız müzelere kaldırılırken milli ve manevi değerlerimiz de müzelik olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Pek yakında ‘’Milli ve Manevi Değerler Müzesi’’ isimli mekanları şehirlerimizde görürsek şaşmamalıyız. Çünkü gidişat o yöne doğru.
Bir açıdan da insanlığın geçirdiği değişimleri düşündüğümüzde bu günkü değişimin de zamanın içerisinde yaşanan insani hallerden biri diye de adlandırmak mümkündür.
Her zaman yazılarımda söylemeye çalışırım. İnsan için değişim kaçınılmazdır. Sadece kontrolsüz olmamalı. Tehlikeli olan ise başkalaşma hareketleridir. Başkalaşan insan hem içi disiplinini hem de sosyal dengesini kısa sürede kaybeder ve huzursuz bir hastaya benzer.
Mesela inandığı dinin emir ve yasaklarıyla oynamamalı, saygısızlık etmemeli, ciddiyetsiz yaklaşmamalıdır. Bugün uymaz yarın uyabilir. Yarın pişmanlığını yaratıcısına arz eder ve kabul görebilir. Diğer türlü hayatından dinini, dinden de kendisini soyutlamış olur. Bu başkalaşmadır. Aslına yabancılaşmadır.
Olması gereken Dinini zamanı kolay yaşamasına yardım eder bir tarzda yaşamak olmalıdır. Zamanın yenilikleriyle dinini yabancılaştırmamalıdır. Bu tavır dini değiştirme değildir. Sadece söz ve davranışlara bu çerçevede yeni formlar bulmakla mümkündür.
Dinimizde yasaklar zaten bir avuç. Yani uzak durulması zor değil. Her haram işin helal versiyonu zaten vardır. Örnek: Zina haramdır ama nikahlı beraberlik helaldir.
Töremiz ve adetlerimiz de bizleri binanın tuğlalarını birleştiren çimentolarımızdır. Çimentodan yerine daha kaliteli bir tutkal malzeme bulmadan vazgeçmek binanın yıkılmasına sebep olur. Sadece kaliteyi kendisiyle barışık bir ruhla başarabilmek gerekir.
Dinin ana gayesi insanın huzurlu ve iyi bir halde yaşamasını sağlamaktır. Eğer bir din bunun tersine sebep oluyorsa ya insanlar dini yanlış anlamış ve uygulamıştır ya da o din orijinal kaynağını hurafe, bidat ve uydurmalarla terk etmiş durumdadır.
Kavramların orijinal ve canlı olması o yüzden çok önemli. Eğitim ve öğretim işlerinin en önemli müfredat maddelerinin başında bu konu gelmelidir.
Yoksa aynı dinin birçok sunumu çıkar ve her çıkan ben en iyisiyim diyerek etrafını tehdit eder. Birisinin ‘’ben en iyisiyim’’ demesi Arapça ıstılahında ‘’Mefhum-u Muhalif’’ anlayışla sen benden kötüsün ya da ben kadar iyi değilsin, çünkü ait olduğun gurup ya da her ne isimse bizimki kadar iyi değildir demektir.
O yüzden her alanda kavramların bu günkü dille bize tam olarak ne anlattığını sürekli kontrol etmek şarttır. Küçücük de olsa anlam sapmalarını ciddiye almalıyız. Aksi takdirde o küçük sapmalar kısa sürede bizleri merkezden ya da anayoldan uzaklaştırır. İşte o zaman aslından uzak ve başkalaşma konusunda yol alınmış olur. İslam dünyası dahil bütün hak dinlerin başından böyle bir süreç geçmiştir.
Milli kültürümüzün kavramları hakkında da aynı hassasiyeti gütmek lazımdır. Giyim kuşamdan, müziğe, ata sözlerimizden deyimlere, düğünlerden bayramlara, ayıplardan terbiye konusuna çok büyük bir ehemmiyet verilmeli ki köklerinden kopmuş bir köksüz misali rotası kaybetmiş gemi gibi hiçlik yolcusu olmayalım.
Dini ve milli değerler çerçevesinde bir hayatı saygı, sevgi, adalet, hakkaniyet, sevgi, merhamet, hoşgörü, helal hayat ve mutluluk temelinde kurup yaşayabilirsek bizlere kimse yan bakamaz.
Aksi takdirde ruhsuz bir kalabalık oluruz ki kalabalıkları dağıtmak çok kolaydır.
Allah bizlere hayırlı uyanıklıklar versin.