Bundan birkaç yıl önce memur ve işçi çalışanları, emekli ikramiyeleriyle ev ve araba alabiliyorlardı. Emekliler için çocuklar okutulmuş ve çocukların eğitimleri tamamlanmıştı. Artık her şey rayına oturmuş, hayatın dinlenme safhasına geçilmişti. Şimdilerde ise emekliler, derin derin hayatta nasıl kalabileceklerini düşündükleri duruma geldiler. Gücü yerinde olan ve ikinci iş yapmak zorunda kalanlar için hayat zor bir biçimde ilerliyor. Hayat pahalılığı almış başını gitmiş. Bir ev sahibi olmak hayal oldu. Emekliler günü kurtarma derdinde.
2008 yılına kadar 70 olan emeklilik katsayısı da 45’e düşürülünce emeklinin durumu ekonomik olarak daha da kötüleşmiş ve en düşük emekli maaşı asgari ücretin bir hayli altında kalmıştır.
Bugüne kadar alınan her zam kararında en çok olumsuz etkilenen, alım gücü her geçen gün negatif yönde olan, hayat pahalılığını en çok hisseden, yaşam koşullarını en ağır biçimde idame ettirerek hayatını devam ettirmeye çalışan kesim emekliler olmuştur. Ülkemizde şu anda 16.5 milyon emeklinin 12 milyonu asgari ücretin altında emekli maaşı almaktadır. Ekmeğin 15 TL, 1 kilo kıymanın 700 TL, sütün 46 TL olduğu bir ekonomide, 17 bin TL dahi olmayan en düşük emekli maaşı ile alım gücünü siz hesaplayın.
TÜRK-İŞ ve bağımsız araştırma kuruluşlarının Kasım 2025 verilerine göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 29 bin 828 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 97 bin 159 TL’ye yükseldi. Bir zamanlar orta direk olarak anılan devlet memuru bugün artık yoksulluk sınırının çok altında, açlık sınırının ise kıyısında yaşam mücadelesi vermektedir.
Türkiye’nin dört bir yanında aynı manzara var: Bir elinde pazar filesi, diğer elinde çarşı pazar listesiyle yürüyen emekliler… Adımları yavaş ama hesapları hızlı. Çünkü artık her şeyin fiyatı, emeklinin adımlarından daha hızlı koşuyor.
Ay sonunu getirmek, bir zorunluluk değil adeta bir mucize hâline geldi. Markete girerken akıldaki tek soru, “Bugün ne kadar zam gelmiş?” oluyor. Etiketler neredeyse her hafta değişiyor; ekmekten peynire, sebzeden temizlik ürünlerine kadar her kalem, emeklinin maaşından bir parça daha koparıyor.
Emekli, eskiden “Kenarda üç beş kuruşum olsun” derdi. Bugün “Ayın son haftasını nasıl çıkarırım?” diye düşünüyor. “Toruna harçlık” vermek bir yana, çoğu emekli kendi ihtiyacını bile kısmak zorunda kalıyor. Bir zamanlar huzur dönemi olarak anılan emeklilik, şimdi hesap kitap dönemi oldu.
Sokak başlarındaki sohbetler artık değişti. Daha önceleri sağlık konuşulurdu, emeklilik anıları anlatılırdı. Bugün herkesin dilinde aynı iki kelime var: Pahalılık ve geçim. Çünkü bir fincan çayın, bir şişe suyun bile fiyatı, neredeyse emeklinin günlük bütçesini zorluyor.
Oysa bu insanlar yıllarca çalıştı, üretti, vergi verdi, ülkenin yükünü omuzladı. Şimdi bekledikleri tek şey, hak ettikleri yaşamı rahatça sürdürebilmek, en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve insan onuruna yakışır bir şekilde, huzurla geçirecekleri bir dönemi yaşamak.
Bugün emeklinin beklentisi büyük değil: Maaşının erimemesi, aldığı nefesin bile zamlanmadığı bir yaşam, market raflarında korkuyla dolaşmamak, aldığı kalemin karşılığını görebilmek çünkü bu ülkenin büyükleri, bu toplumun çınarları bunu hak ediyor.
Emeklinin sesi artık duyulmalı. Çarşı pazardaki yangın söndürülmeli. Kıyıda köşede biriktirdikleri değil, yıllarca verdikleri emeğin karşılığı korunmalı. Çünkü bir ülkenin vicdanı, en kırılgan kesimlerinin nasıl yaşadığıyla ölçülür. Bugün emeklinin omuzlarındaki yük, ülkenin vicdanına ağır geliyor.