Bu hafta çok önemli bir günü ağırlayacağız: 3 Aralık’ı.

3 Aralık, 1992’de Birleşmiş Milletler kararı ile ‘’Uluslararası Engelliler Günü’’ olarak kabul edilmiştir. Amaç, engellilik ile ilgili küresel çalışmalar oluşturarak engelli bireylerin toplumsal farkındalığını artırmak, haklarını savunmak ve toplumsal eşitliği teşvik etmektir.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre 2025 yılı itibarıyla dünya genelinde küresel nüfusun %16'sını oluşturan yaklaşık 1.3 milyar insan önemli bir fiziksel, zihinsel, düşünsel ya da algısal bozukluğu bulunan engelli bireylerden oluşmaktadır. Türkiye’de ise Nisan 2023 verilerine göre Ulusal Engelli Veri Sisteminde kayıtlı ve hayatta olan engelli birey sayısı 2.511.950’dir.

Kimi zaman özürlü, kimi zaman sakat olarak anılan engelli bireylere ve engelliliğe dair toplumun birer ferdi olan hepimiz için bazı sorularım var: Engelli kimdir ve özür nerededir?

Engelli, yaralanma veya fiziksel ya da zihinsel rahatsızlıklar nedeniyle bazı hareketleri, duyuları veya işlevleri kısıtlı olan kişilerdir. Engellilik doğuştan gelebilir veya sonradan oluşabilir.

Özür nerededir peki?

Sevgiyi görmeyen gözlerdedir.

Nefret kusan dillerde ve doğruyu işitmeyen kulaklardadır özür.

Hiçbir yardıma koşmayan bacaklarda, sarılmak için uzanmayan kollarda, bize ait olmayana uzanan ellerdedir.

Yoksa görmesi, işitmesi, konuşması, hareket kabiliyeti sınırlı bireylerden bahsedeceğimi mi düşündünüz? Hayır! Onlarınki yalnızca engel. Üstelik de bu engellerinin büyük kısmını yeti kaybından değil, bizim yüzümüzden yaşıyorlar.

Birçoğumuzun düzenli kullandığı otobüslerde, maalesef engelli bireylere ayrılan yerlerde, kendileri değil de boş yer bulduğu için oraya hemen oturan, hiçbir sağlık sıkıntısı yaşamayan, hamile veya 65 yaş üstü olmayan insanlar oturuyor. İşin kötüsü, o sırada engelli bireyler ayakta yolculuk yapıyor. Engelli bireylerin oturma alanlarını gasp edip rahat bir yolculuk yapmalarını engelliyoruz.

Araba ile yolculuk yaparken kaldırımlardaki tekerlekli sandalye rampasının önüne veya direkt engelli alanına park ediyoruz arabalarımızı. Kaldırımlardaki sarı şeritlerin üstüne denk geliyor bazen park eden motorlar. Böylece hareket alanlarını kısıtlayıp, araçlarını park etmelerini engelliyoruz.

Engelli bir birey gördüğümüzde gözlerimizi dikiyoruz üzerlerine, ismiyle hitap etmeden önce veya hemen sonra engelinden söz ediyoruz. ‘’Ayşe ya işte, tekerlekli sandalyedeki kız’’ diyoruz betimlerken. Acıyoruz haddimizeymiş ya da acınacak bir şeymiş gibi, halbuki sadece bir açıdan bizden farklılar. Hepimiz birbirimizden farklıyız oysaki. Normal olduklarını hissetmelerini biz engelliyoruz.

Hakaret olarak kullanıyoruz farklılıkları utanılacak bir şeymiş gibi. Utanması gereken tek taraf bundan utanılmasını bekleyenler aslında. Kendilerini iyi hissetmelerini biz engelliyoruz.

Girdiğimiz tuvaletlerde sıra beklememek için tuvaletlerini kullanıyoruz. Tuvalet bir ihtiyaç, lüks değil. En temel ihtiyaçlarını bile gerçekleştirmelerini biz engelliyoruz.

Belki çoğumuz, dışlamaktan ve umursamamaktan ziyade iyi bir şey yaptığına inandığımız için engel oluyoruz engelli bireylere. İyi bir şey yaptığımıza inanıp hemen destek olmak için koluna girmeye çalışıyoruz örneğin görme engelli bir bireyin ve fark etmeden kişisel alanında rahat etmesine engel oluyoruz. Önce izinlerini almamız gerek. Sanki engellilik geçebilirmiş gibi ‘’Geçmiş olsun’’ diyip sözüm ona iyi dileklerde bulunuyoruz. Sanki engellilik geçebilecek bir şeymiş gibi insanların kendilerini kabul etmelerini engelliyoruz çoğu zaman belki de.

Engelliler evet, engel bizzat biziz ama önlerinde. Sağlık hizmetlerine erişimde, eğitim olanaklarında, ulaşımda, kullandığımız dille sosyal hayatta koskocaman bir engeliz önlerinde durmuş büyük bir dağ gibi.

Özürlü davranışlarımız için onlara büyük bir özür borçluyuz. Bugün, artık özel gereksinimli bireylerin önünde bir engel olmaktan vazgeçmeyi öğrenmek zorundayız. Engel biz olmayalım!