Saat 12.00 gibiydi denizden çıktığımızda...
Çok yorgun, kaslarım gergin ama kafa olarak son derece huzurlu bir durumdaydım...
Önceki gün sözleşmiştik “İzzet Ünlü ve Murat Özer” ile birlikte Olta Balıkçıları Derneği’nin Başkanı sevgili “Orhan Yakar’ın teknesiyle” balık avına çıkmaya...
Sabah 5.00 de ayaklandım ve Balıkçılar Barınağında balığa çıkacağımız teknede dostlarımla buluştuk.
Barınağa geldiğimde gidip “balık ihalesini” izlemek istedim ama fırsatım olmadı zaman açısından.
Bin bir emekle balık avlayan balıkçıların, sabahın köründe kasalardaki balıklarını satıp günlük nafakasının çıkıp çıkmayacağını uykulu ve yorgun gözlerle beklemelerini izlemek beni her zaman etkilerdi...
Henüz güneş doğmamıştı denize açıldığımızda ama av sahasına gelmeden usulca ufuk çizgisinde kıpkırmızı bir çember olarak uç verdi.
Yaklaşık 15 dakika yükselmesini seyrettik hep birlikte...
Güneşin doğuş haşmeti ve büyüsü karşısında sus-pus olduk hepimiz...
Birgün daha başlıyordu ve başlayan bu yeni günde bizleri, kentimizi, ülkemizi neler bekliyordu.
Muhittin Başkan itirafçı olacak mı olmayacak mı?
İddianamesi neden bu kadar geciktirildi?
Belediyelere yeni operasyonlar bekleniyor mu?
Manavgat yargılama süreci nasıl gelişecek, yeni bulgular ortaya çıkacak mı?
PKK’nın silah bırakması ve TBMM Komisyonu Kürt meselesinde nasıl bir rota belirleyecek?
İmamoğlu’nun ve Özgür Özel’in akıbeti ne olacak?
Ve daha bir sürü soru kafamda cirit atarken av sahasına geldiğimizi kaptanın teknenin motorunu susturmasıyla anlamıştım.
O an bütün bu sorular bir anda kafamdan uçup gitti.
Hazırladığım oltaları denize atmamla birlikte yepyeni bir dünyaya geçiş yaptım.
Olta balıkçılığı anlatılmaz bir terapidir.
Tüm dünya ile iletişiminizi kesiyorsunuz...
Parmağınızın ucunda 30-40 metre aşağıdaki balığın oltaya takılması ile oluşacak titreşimi bekliyorsunuz.
Sanki tüm bedeniniz o titreşime odaklanmış gibidir.
Görmediğiniz halde balıkla aranızda bir bağ oluşuyor.
Bu olay doğayla sizin aranızdaki “eşitsizlerin mücadelesidir.”
Çünkü bu mücadelede insanoğlu kalleşlik yapar...
Balığı kandırmak için yemler ve yemde kendisinin ölüm fermanı olan tuzak vardır...
Hayatta böyle bir şey işte...
Daha doğrusu hayatın bir yanı böyledir.
İnsan da insanlara bu tür yemlemeyle tuzak kurmaz mı?
Hele siyasilerin birbirlerine kurdukları tuzaklar karşısında bazen şaşırır, bazen güler, bazen öfkelenmez miyiz?
“Tuzak, pusu kurmak ve kalleşlik doğu kültürünün sosyolojik ve siyasi özelliğinin temellerindendir.
Faşist çizgi dışında kalan Batı kültüründe düşmana tuzak, pusu kurmak ve kalleşlik yerine onu düelloya davet etmek vardır…”
Her neyse şimdi hiç felsefe yapacak modda değilim...
Sizlere tavsiyem:
Fırsat bulursanız güneşin doğuşunu denizde izleyin ve gün boyu oltayla balık tutun.
İnanın günün sonunda huzurlu ve mutlu hissedeceksiniz kendinizi...
Hele de espriyi bilen ve yerinde yapabilen “İzzet Ünlü, Orhan Yakar ve Murat Özer” gibi sevdiğiniz dostlarınızla yaparsanız bu işi, inanın keyfine doyum olmuyor...