Yaşam. Ya da diğer ifadeleriyle ömür, hayat…

Doğumla ölüm arasında geçen süre.

Doğa, aile, eğitim, içinde yaşanılan ortam, ülke yönetimi, medya, sağlık sorunları vs. ile irademiz dışında kaçınılmaz tarzda şekillenen bir süreç…

Yunan filozof Eflatun insanın bu yaşam döngüsünü şöyle özetliyor;

-Çocukluktan sıkılırlar, büyümek için acele ederler, ne var ki çocukluklarını özlerler,

-Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler ama sağlıklarını geri almak için para harcarlar,

-Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü, ne yarını yaşarlar,

-Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar, hiç yaşamamış gibi ölürler…

Size de çok tanıdık gelmiyor mu?..

Herkesin, hepimizin hayattan beklentileri var muhakkak. İhtiyaçlar sonsuz sayıda ve değişik türde olduğu için bu beklentiler de aynı şekilde çok sayıda ve farklı oluyor haliyle.

Ev, araba, meslek sahibi olmak, evlenmek, baba olmak, anne olmak, dünyayı gezmek, Mars’a gitmek vs. vs…

İnsan denen yaratığın hayal gücü öylesine sınırsız ki, beklentiler asla bitmiyor. Birine sahip olsa arkasından bir başkasını istiyor. Birçok insan, istediği her şeyi alabilecek, her şeyi yapabilecek ölçüde zengin olmayı hayal eder mesela. Oysa yapılan birçok araştırma, insanları paradan çok toplum içindeki pozisyonlarının mutlu ettiğini gösteriyor. Beğenilen ve saygı duyulan kişilerin zenginlerden daha mutlu olduğunu ortaya koyuyor.

Diğer yandan, bu kadar çok beklenti, özellikle karşılık bulmaması halinde psikolojik kırılmalara da yol açıyor. Ancak her şey şeye rağmen beklentiler, hayaller yaşama kazandırdığı anlam ve amaç nedeniyle önemli. Yaşamın olmazsa olmazları. Çünkü beklentileriniz kalmadığında yaşama sevinciniz de kalmıyor.

Bilhassa ilerleyen yaşlarda…

Hepimizin şahit olduğu örnekler vardır. Rahmetli babam emekli olduğunda, “Bunca yıl çalıştın artık biraz da rahat et, keyfine bak” diyerek işyerini zorla kapattırmıştık ağabeyimle. Bizi kıramayıp işyerini kapatan babam, kısa bir süre sonra yüzü gülmeyen, sürekli somurtan biri haline gelmişti. Zaman zaman ufak tefek işlerimize yardımcı olma çabasını dahi “aman baba sen rahatına bak biz hallederiz” deyip geri çevirirken ona aslında iyilik değil kötülük yaptığımızı, onu resmen, “sen otur ölümü bekle” moduna soktuğumuzu çok geç anladık.

Uğraşacak bir şeyi olmayan, beklentisi, hayali kalmayan insanın geriye yapacağı tek şey kalıyor o da, ölümü düşünmek…

Bakın çevrenizdeki yaşlılara hemen hemen hepsinde aynı şeyi göreceksiniz. Unlar elenmiş, elekler asılmış ve o malum son beklenmeye başlamış…

Yaşama sevinci eksilmiş, hatta kaybolmuş.

Buna yaşam yorgunluğu deniyor işte.

Ölüm Allah’ın emri. Yaşayan tüm canlılar için kaçınılmaz bir gerçek.

Ancak bu gerçek bizi beklentilerimizden, hayallerimizden etmemeli. Yaşam amacımızı yitirmemeliyiz. Ebediyete intikal edeceğimiz o an gelene kadar sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi amaçlarımız doğrultusunda çaba göstermeye devam etmeliyiz.