Sıkıldım…
Her gün, her saat siyaset konuşmaktan, siyaset dinlemekten, tartışmaları takip etmekten sıkıldım, bunaldım…
Dün gece televizyonu kapattım, okuduğum kitabı bıraktım ve gözlerimi kapayarak bir iç yolculuğa çıktım…
***
- Memetttttttttttttttt… ulan adı batasıca veleettttttttt… nereye yittin gineeee?
Yıllar önce oturduğum sokağa gittim bir boy…
Komşumuz olan kadının, hemen her akşam balkondan sarkarak, adıyla mütenasip 7 yaşındaki oğlu Mehmet’i eve çağırması aklıma geldi…
Ben, Mehmet’i sokağın kahyası ilan etmiştim.
Evin bulunduğu sokağın bu bölümünde hemen herkesin arabası olduğundan ve arada sırada yabancı arabalarda yol kenarına park ettiğinden, akşam saatlerinde evine gelen park yeri bulamazdı zaman zaman…
Mehmet’in sokak kâhyalığından sonra artık bu sıkıntı kalmamıştı
Anasının tehditlerine ve bağırmalarına aldırmadan, tüm arabalar gelip yol kenarına park edene dek bekler, yabancı arabalar geldiğinde müdahale eder, sokağın daha aşağısına gönderirdi.
“Amca, burası turizmci Rıfkı Abinin yeri. Biraz daha aşağıya alsanız olur mu?”
Mehmet, herkesin arabasına yol kenarında yer ayırmıştı.
Ben arabadan indiğimde elimden uzaktan kumandayı alıp kilitlemeyi ve sonrada tek tek kapıları kilitlenmiş mi, diye kontrol etmeyi çok severdi.
Ben de eğer anası balkonda değilse verirdim kumandayı Mehmet’e.
Eve geç gittiğim zamanlarda ertesi sabah beni görür görmez,
“Dün geç geldin galiba Uzun Amca… derdi..”
Sevdiği kişilere adıyla değil, o kişinin belirgin özelliği ile hitap ederdi.
Ancak Mehmet’in asıl özelliği, tüm bunları karşılık beklemeden yapmasıydı.
Zaten içinden gelip bir şeyler vermeye kalkanı da tersler, çok alınırdı ve o kişinin aracının park etmesine bir daha yardım etmezdi:
Bunu bildiğimden bazı zamanlar arabayı park ettiğimde,
“Ya Mehmet sigaram kalmamış. Hadi markete gidip alalım.”
Beraber markete gideriz, tam çıkarken,
“Of ya amma sıcak haaa… Valla ben dondurma yiyeceğim. Hadi adaş birer karşılıklı dondurma yiyelim mi?” derdim.
Mehmet, bunu bir “arkadaş paylaşımı” olarak kabul ederdi.
Arabalara olan bu düşkünlüğünden dolayı markaları hakkında çok insandan daha bilgiliydi.
Bizim Emre’nin de “en yakın” arkadaşıydı.
Emre, İstanbul Üniversitesinde okuyordu o yıllarda.
Yazın tatile geldiğinde hemen her akşam Mehmet’le arabalar üzerine sohbet ederlerdi kaldırımda oturup
“Geçenlerde Halis Amca, Bakkala söylüyordu, Pejolar iyi arabaymış, doğru mu?”
“Emre Abi ya, Aysel Teyze yine arabasını çarpmış. Kocasıyla kavga etmişler…”
Bir akşam eve gittiğimde kaldırıma yanaşmış nakliye kamyonunu görünce içim cız etmişti.
Arabayı park ederken o akşam Mehmet yanıma gelmedi.
Eşya taşıyıcılarının arasından çipil gözlerle mahzunca bana bakıp,
“Taşınıyoruz Uzun Amca… Demişti.”
Eğilip yanaklarını öpmüş ve ağlamamak için hızla eve yönelmiştim.
Şimdi 20’li yaşlardadır Mehmet ama hala o sıcacık gülümsemesi ve öpülesi elmacık yanaklarıyla gözlerimin önündedir…