“Çok mutsuzum çok”, “Hiçbir şey beni mutlu etmiyor”, “Hiçbir şeyden zevk alamıyorum.”, “Her şeyi kafama takıyorum, ne yapayım elimde değil” gibi şikayet cümlelerini eminim yakın çevremizden hemen her gün duyuyoruz.  Bir türlü geçmeyen bu ‘mutsuzluk’ hali, günümüzün en popüler psikolojik sorunları arasında yeralıyor…

Gerek yakın çevremizde tanık olduklarımız, gerek araştırma verileri ‘kronik mutsuzluk’ sorununun yaygınlığını ortaya koyuyor. Psikiyatride bu duygusal bitkinlik ‘depresyon belirtisi’ olarak tanımlanıyor. Peki bu durum sadece bize has bir şey mi? Elbette hayır. Yapılan araştırmalar, yoğun mutsuzluk ve zevk kaybı içeren depresyon hastalığının sadece ülkemizde değil tüm dünyada hızla arttığını gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre 2015 yılında dünya çapında depresyon vakalarının sayısı 322 milyona yükselmiş. Türkiye’de ise bu rakam 3 milyon 260 bine ulaşmış. Yani kronik mutsuzluk/depresyon çağın hastalığı.

Eee tamam bunu anladık da niye?..

Niye mutsusuz?

Niye sabahları yataktan sürünerek kalkıyoruz?

Niye sebzenin meyvenin eski tadı yok?

Niye dostluklar, arkadaşlıklar yalan olmuş?

Niye, niye niye?..

 

Uzmanlar bu sorulara yanıt olabilecek nedenleri özetle şöyle sıralıyor;

Ne istediğimizi bilmiyoruz, bizi nelerin mutlu edeceğine karar veremiyoruz, bizi mutsuz eden şeyleri hayatımızdan çıkaramıyoruz, ‘hayır’ diyemiyoruz, plansız ve rastgele yaşıyoruz, beklenti ve hayallerimiz yüksek, sevmediğimiz işlerde çalışıyoruz, hep daha fazlasını istiyoruz ve elimizdekiyle yetinmiyoruz…

Bunlara bir ilave de ben yapayım; Maneviyatsızlık…

Günümüz insanı daha çok görünene önem veriyor. Gözle görünmeyen gerçekleri ise önemsemiyor. Bu yüzden de hep görünüşe aldanıyor, huzura kavuşamıyor ve mutlu olamıyor…

 

Aslında bu mutluluk merakına da fazla takılmamak lazım. Bir dakika sonrası bile belirsiz olan fani dünyada sadece mutluluğu amaç edinmek veya duyguları hayatın amacı olarak temel almak bizi duygularımızın esiri yapıyor. Halbuki duygular çok hızlı değişebildiği gibi süreğenliği de yoktur. Yani demem o ki, hayatın eksenini böylesine kaygan bir zemine oturtmak haliyle bizi tatminsiz kılıyor. Öyleyse hayata yüklediğimiz anlamı ve amacı gözden geçirmemiz ve revize etmemiz gerekiyor.  ‘Hayatın anlamı nedir?’, ‘Bu anlam çerçevesinde mi yaşıyorum?’ ve ‘Bu anlam içerisinde mutlu olmak ya da olmamak ne kadar önemli?’ gibi sorulara yanıt vermek bu revize için ilk adım olabilir. Çünkü bu yanıtlar bizim potansiyelimize ve içinde bulunmayı tercih ettiğimiz anlam dairesine en uygun amacı belirlememizi sağlayacak. Bu amacı ise gelip geçici duygularımız değil, yaşamımızın verimliliği yönlendirmeli. Yani, bu amacı oluştururken derdimiz ‘sadece mutlu olmak’ değil yaşamımızı verimli ve işlevsel hale getirmek olmalı. Özetleyecek olursak, ne hissettiğimiz değil ne yaptığımız ve yaptığımız şeyin bizim için ne anlam ifade ettiği, aynı zamanda ortaya koyduğumuz eylemlerle toplumsal faydayı ne kadar gözettiğimiz önemli olmalı. Sorumluluk almalı ve yaşamımızı değerli kılacak işlerin peşinde olmalıyız. Okumalı, öğrenmeli, öğretmeli ve üretmeliyiz. Mutluluk zaten bunları yaparsak kendiliğinden gelecektir. Gelmese de bir önemi olmayacaktır…