Antalya’ya geldiğim 1995 yılından bu yana turizm sektörünü yakından takip ederim. İşimiz gereği bu sektörün dinamikleriyle teşrifi mesaimiz bir hayli yüksek olmuştur yıllarca. Bir dönem yöneticiliğini yaptığım turizm içerikli dergi vasıtasıyla da sorunlarına vakıfım. Yaklaşık 20 yıllık süreçte çok sayıda turizm bakanını takip ettim, onların sektörel sorunlara bakışını, çözüm önerilerini dinledim. Bakıyorum da o günlerden bugüne değişen hiçbir şey yok…

20 yıl önce turizmin 12 aya yayılması, çeşitlendirilmesi gerektiği söylenirdi, bugün de söyleniyor. 20 yıl önce kaliteli turistin getirilememesinden yakınılıyordu, bugün de. 20 yıl önce otellerin çevresinin bozukluğundan, trafikten, turistin kazıklanmasından, otelden çıkmamasından dert yanılırdı, bugün de. 20 yıl önce kent merkezlerinde cazibe alanları oluşturulması gerektiği söylenirdi, bugün de söyleniyor. Her şey Dahil sistemi o yıllarda da tartışma konusuydu, hala tartışılıyor.

Velhasılı kelam, o günden bugüne bir arpa boyu yol alamamışız…

Almamız da mümkün görünmüyor. Çünkü her şeyi devletten beklemek gibi kötü bir alışkanlığımız var. İstiyoruz ki, birileri bizim için mücadele etsin, sorunlarımızı çözsün ama biz kılımızı bile kıpırdatmayalım. Bugünkü turizm sektörünün de yaptığı maalesef bu…

Durum malum, sıkıntılı. Sınır ihlali yapan Rus uçağının düşürülmesinin ardından gelişen süreçte sektör ciddi bir travma yaşıyor. Tatil için ülkemizi tercih eden milletler arasında başı çekenlerden Ruslar bu sezon gelmiyor. Yıllardır ülke turizminin lokomotifi olan Alman turistlerde de ciddi düşüşler söz konusu.

Travmanın en yoğun yaşandığı yer de Antalya.

 Çünkü ülkemize gelen Rus ve Alman turistlerin önemli bir miktarı buraya geliyordu.

Yani kriz büyük…

Bir şeyler yapılması lazım ancak yukarıda bahsettiğim ‘her şeyi başkalarından bekleme alışkanlığı’ bu noktada da devrede. Turizm sektörü de krizin aşılması noktasında her şeyi politikacılardan, devletten bekliyor. Oysa bu sektör sadece politikacıların uhdesine bırakılamayacak kadar önemli…

Bunu böyle düşünün biri var ki, işte bugünkü yazının konusu da o. Adı Hüseyin Baraner. Hüseyin Baraner, sadece ülkemizde değil dünya genelinde turizmle şu ya da bu şekilde uğraşan milyonların tanıdığı bir isim. Ben de yıllardır tanırım, çok da severim. Hayatımda kendisini bu sektöre böylesine adamış başka birini görmedim. Yıllardır dünyanın dört bir yanını dolaşarak bu ülkeye turist getirmeye çalışır. Dünyanın neresinde olursa olsun turizmle ilgili herhangi bir etkinlik, organizasyon varsa, Baraner mutlaka ama mutlaka oradadır.  Aslen Çanakkaleli olan ancak yıllarca Almanya’da yaşayan Baraner, Tayland, Dominik Cumhuriyeti, Küba, Umman Sultanlığı gibi ülkelerde uzun yıllar yöneticilik yapmış bir isim. Halen bildiğim kadarıyla Halen Sunnysider Club Yönetim Kurulu Üyesi, Avrupa Türkiye Turizm İş Konseyi ve Germanyfans GmbH Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürütüyor. Bildiğim kadarıyla diyorum çünkü bu anlamda o kadar çok görevler üstleniyor ki hızına yetişmek mümkün olmuyor. Turizmin sadece politikacılara bırakılmayacak derecede önemli bir sektör olduğuna inanan Hüseyin Baraner, her çalışmasında barışı ve halkların dostluğunu ön planda tutan bir anlayışa sahip. Örneğin şu malum Rus krizinin patlak vermesinin ardından turizm sektörü ‘evyah, yandık, bittik, mahvolduk’ moduna girdiği sıralarda o hemen uçağa atlayıp Moskova’ya gitti ve oradaki dostlarıyla birlikte ‘Türkiye-Rusya Dostluk ve Dayanışma Birliği’ni kurmak için girişim başlattı. Sektör temsilcileri krizin ağır faturasını günaşırı kamuoyuna deklere etmekle meşgulken, Baraner bulduğu her fırsatta, her platformda ülkesine turist getirmeye çalışıyor. Sosyal medya aracılığıyla tüm dünyayı davet ettiği gibi, turizmcilere de ‘yeter artık ağlamayı bırakın da bir şeyler yapın’ mesajları veriyor.

Tamam devlet mutlaka bir şeyler yapmalı. Yapıyor da zaten. Ancak bu sektörden nemalanan kitleler artık harekete geçmeli. Çünkü ortada Hüseyin Baraner gibi bir örnek varken ‘ağlak’ turizmcilerin gözyaşları kimseyi tatmin etmiyor.

Sevgiyle kalın