Kanıksadık.  Alıştık hemen her gün bir veya birkaç intihar vakası duymaya. Haber bültenlerinde sıradanlaştı neredeyse…
Her geçen gün artan şiddet olaylarına, intiharlara, cinayetlere bakılırsa sanki bir cinnet salgını var gibi. İnsan kaynaklı vahşetin her türlüsüne tanık oluyoruz. Niye oluyor, neden oluyor sorularına yanıt bulamıyoruz. Biz ki, insani, ahlaki erdemleriyle övünen bir toplumduk, ne oldu bize?..
 
Bu köşeden zaman zaman ahlaki çöküntüden, toplumsal yozlaşmadan bahsettim sizlere. Ahkam kesmek, ukalalık yapmak için değildi bunlar. İşte durum ortada. Uzmanlara göre,
en sevdiklerine, kendilerine veya hiç tanımadıklarına akıldışı şiddet/vahşet uygulayan insanlar ağır ruhsal çöküntü içerisindeler. Ve yaşadıkları çaresizlik hissinden çıkış yolu olarak şiddete/vahşete başvuruyorlar. Ekonomik sıkıntılar ve zorlu hayat şartları da cinneti tetikleyen bir başka önemli etken tabi. Ruhsal çöküntü maalesef toplumun her kesimini etkileyebiliyor. Örneğin doktora kızan bir hasta yakını, sınav notunu beğenmeyen bir öğrenci veya lokantada hesabı fazla bulan bir müşteri kanlı saldırıların faili olabiliyor. Olmuyor mu?
 
Tahammülsüzlük ve  kontrolsüzlük toplumda yaygınlaştıkça şiddet ve cinnet vakaları da aynı oranda artıyor. Televizyonlarda bilhassa şiddet içerikli filmlerin izlenme rekorları kırdığını görüyoruz. Bu bile toplumsal cinnetin ulaştığı nokta hakkında ipuçları veriyor. Görüyoruz/duyuyoruz; uzmanlar ve akademisyenler, yaygınlaşan şiddetin altında yatan sebepleri bulmak ve çözüm önerileri getirmek için araştırmalar yapıyor, toplantılar düzenliyor, bildiriler yayımlıyor. Devleti yönetenler vahşetin-şiddetin önüne geçebilmek için önlem üstüne önlem alıyor ancak nafile. Bunların hiçbiri toplumsal cinneti engellemeye yetmiyor. Çünkü yine uzmanlara göre ‘cinnet vakalarında kişi kontrolünü birdenbire kaybetmiyor. İçindeki şiddetin dozunun artması ve cinnet boyutuna ulaşması zaman içerisinde gerçekleşiyor. Toplumların yaşadığı buhran, kriz veya ahlaki çöküntü dönemleri her bir ferdini cinnet vakalarının muhtemel faili kılıyor. Zira şiddet şahit olundukça büyüyen, kanıksanan ve yaygınlaşan bir olgu.’ Araştırmalar, şiddet gören çocukların yetişkinlik çağlarında şiddet uygulamaya daha meyyal olduklarını gösteriyor.
 
Toplumsal cinneti tetikleyen unsurlardan biri de hiç şüphe yok ki, medya. Medya sayesinde vahşetin/şiddetin her türlüsüne şahit oluyoruz. Haliyle bunlar bilinçaltımızda yer ediniyor. Yani gözün gördüğü her şey zihinlerimizde kalıcı hasarlara yol açıyor. Ancak gözlerimizi kapamak da toplumsal cinnetin önlenmesi adına bir çözüm değil. Birçok insan yaşanan toplumsal cinneti görmezden gelse de, televizyonda eğlence kuşağını izlemeyi ve medyadan keyifli hayatları takip etmeyi tercih etse de sokakta şiddet dolu hayat olanca hızıyla sürüyor.  Evlerimizi güvenli mekanlara kuruyor, bir kavga gördüğümüzde yolumuzu değiştiriyoruz. Ruh sağlığımızı korumak adına etrafımıza ördüğümüz duvar bir süre sonra içine sıkışıp kaldığımız bir hapishaneye dönüşüyor.
 
Sonuç olarak, toplumsal cinneti frenleyebilmek için yapıcı önlemler alınması şart. Şahit olunan şiddet vakalarına tepki göstermek hem insanî sorumluluğumuz, hem de gelecek nesillere karşı borcumuz. Ayrıca kaybettiğimiz ahlakî değerleri yeniden kazanmalıyız. O övündüğümüz, bizi biz yapan değerlere yeniden kavuşmalıyız.