Belli bir yaşın üzerinde olanlar bilir. Eskiden en geçer akçe ‘devlet memurluğu’ydu. Aileler kızlarını illa da bir ‘memur’la evlendirmek ister, erkek çocuklar devlete kapılansın diye elinden gelen çabayı gösterirdi. Devlet kapısı demek, emekliliğin garanti olması demekti. Devlet kapısı demek, sınıf üstünlüğü demekti. Sonra gel zaman git zaman bu durum tersine döndü. Damat adayları memursa gelin tarafı burun kıvırır oldu. “Aman memur da neymiş uç kuruşa ömür boyu talim..” denmeye başladı. ‘Devlet’ yine revaçtaydı ama bu kez ‘işçi’ sınıfı rağbet görüyordu. Çünkü yapılan sendikal hamleler neticesinde devlette işçi kadrosunda çalışanlar memurların iki-üç katı maaş almaya başlamışlardı. Hatta bir ara resmi kurumlardaki yüksek memurlara, “Az daha okuyup işçi olsaydın birader” diye takılmalar bile yapılır olmuştu…

Şimdilerde ise yeniden başa döndüğümüzü görüyoruz. Lakin bu kez işçi-memur ayrımı yok, ‘devlet’te çalışmak başlı başına en geçerli akçe oldu yine.

Peki niye böyle oldu?

Bunun birçok nedeni var elbette. Ancak en temel neden, siyasi iradenin ortaya koyduğu ekonomi politikaları…

Ayrıca, çalışma hayatına bir türlü istenilen düzenin getirilememesi, özel sektördeki güvenilir olmayan kaygan çalışma zemini, girişimciliğin gerektiği ölçüde teşvik edilememesi, eğitim sistemindeki yanlışlıklar, ailelerin ve gençlerin yanlış yönlendirilmeleri, üretim plansızlığı vs,  gibi daha birçok neden sıralayabiliriz.   

Bu ve bunun gibi nedenler yüzünden bugün ‘devlet’ yine genel ekseriyetin ‘umudu’ haline geldi. Plansızlığın özellikle eğitimde ciddi olumsuzluklar doğurduğu ortada. Bugün birçok ailede en az bir üniversiteli ‘işsiz’ varsa bunun en büyük nedeni işte bu plansız eğitimdir. Hemen her aile çocuğunun mühendis, doktor, avukat vs. olmasını istiyor. Çocuğunu daha küçük yaşlardan itibaren buna şartlandırıyor. Daha çocukluklarını yaşayamadan yarış atı misali hayat yarışına hazırlanıyorlar. Hazırlanıyorlar da ne oluyor? Yıllarca verilen emekler, harcanan paralar karşılığında alınan diplomalar evlerin bir köşesinde çerçeveletip duvarlara asılıyor. Yüzbinlerce üniversite mezunu genç çalışabileceği bir mecra arıyor…

Sıkça görüyoruz, 50 kişi alınacak yere 1500 kişi müracaat ediyor. 100 kişi alınacak bir kamu kurumu için stadyumda mülakatlar yapılıyor. Üniversiteden mezun gençler, eğitimini aldıkları branşlardan vazgeçmiş ‘ne iş olsa yaparım’ modunda çalışacak yer arıyor.

Genel tablo maalesef bu.

Peki çözüm ne?

Çözümü Antalya Ticaret Sanayi Odası Başkanı Davut Çetin de TOBB Antalya Genç Girişimciler Kurulu Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada vermiş. Çetin genel durumu özetlemiş ve bakın ne demiş:

“TUİK verilerine göre işsizlik oranı yüzde 10,2 ve işsiz sayımız 3 milyon 120 bin düzeyinde. Bu rakama ümidini kaybetmiş ve iş aramayı bırakmış 650 bin kişiyi de eklersek karşımıza 4 milyona yaklaşan bir rakam çıkıyor. Genç işsizliğinde ise durum daha da vahim. Okula veya işe gitmeyen 15-29 yaş arası gençlerin oranına baktığımızda yüzde 28.8 ile OECD ülkeleri içerisinde en kötü durumdayız. Yüzbinlerce üniversite mezunumuz işsiz ve bunların da önemli bir kısmı ümidini KPSS’ye bağlamış durumda. Bir ülkede gençler devletten iş bekleme kuyruğuna giriyorsa o ülkede ekonomi yeterince güçlü değil demektir. Bir ülkede gençler devlet kapısında yığılıyorsa o ülkede siyaset sağlıklı olmaz, demokrasi de güçlenmez. Yani gençlerimizi devlet kapısında umutsuzca beklemekten kurtarıp girişimciliğe yönlendirmek durumundayız. Çünkü genç girişimciler aynı zamanda demokrasinin ve güçlü ekonominin de teminatıdır. Yalnızca işsizlikten kurtulmak için değil, Türkiye’nin gelişmesi için de girişimci sayısının artması, gençlerimizin artan oranda girişimci olması gereklidir. Ülke olarak beşeri ve sosyal sermayeye yatırım yapar, gençlerimizi iyi eğitir, teknoloji okur-yazarı olarak yetiştirir, içlerindeki girişimci ve yaratıcı ruhu desteklersek bu genç nüfus bizi Büyük Atatürk’ün işaret ettiği ‘muasır medeniyetler düzeyine’ taşır.”

İyi hafta sonları..