Millet olarak halet-i ruhiyemiz pek iyi değil şu sıralar…

Hepimizde bir gerginlik, bir asabiyet, bir iç huzursuzluk sözkonusu…

Her günümüz bir öncekinden kötü geçiyor, her gün bir başka endişe benliğimizi sarıyor…

Psikolojimiz bozuk resmen psikolojimiz…

Kimse ama hiç kimse rahat değil. Herkes birbirinin açığını kolluyor ve kimse kimseye güvenmiyor…

Herkes birbirine şüpheyle yaklaşıyor.

Paranoyalarla yaşıyoruz…

FETÖ denilen bir bela çıktı karşımıza, şirazemiz iyice bozuldu. Örgütün kirli bohçasından çıkan tapeler (dinleme kayıtları) ‘hepimizi dinliyorlar’ paranoyası yarattı. Kendi irademiz dışında dinleniyor olma ihtimali toplumda güven ve inancı yok etti.

Korkmaya başladık. Korkularımız da iyice tetikledi şüphelerimizi…

“Ya dinleniyorsam, konuştuklarım başkalarına aktarılıyorsa ve bundan zarar görürsem” duygusu özgürlüklerimizi kısıtladı. Sınırlarımızı, kişilik haklarımızı nasıl koruyacağımızı bilemez olduk. Korku ve endişeyle beraber öfkemiz de arttı giderek…

Öyle ki, hiçbir şeye tahammül edemez olduk.

Öfke patlamalarının sonuçlarını hemen her gün televizyon ve gazetelerde görüyoruz. Eften püften gerekçelerle insanların birbirini nasıl boğazladığına şahit oluyoruz…

Toplumda ayrışma giderek keskinleşiyor. Bir tarafın dediği diğer tarafa batıyor. Doğruya yanlışa kimsenin baktığı yok. Birinin ak dediğine öteki kara diyor anında…

Kimileri olan biten hiçbir şey umurunda değilmiş gibi davranıyor, kimileri sorununu başkaları çözsün diye bekliyor…

Tutarsızlık, umarsızlık, arsızlık almış başını gidiyor vesselam…

Peki topyekün ümitsiz vaka mı bu toplum ?

Bu soruya ‘evet’ dememizi engelleyen örnekler de var.

Mesela 15 Temmuz’da yaşananlar…

Birbirine hiç benzemez görünen toplumun kesimleri 15 Temmuz’daki o hain başkaldırı sırasında omuz omuza verdi, direndi. Vatan paydasında birleşiverdi…

Demek ki hala ümit var bu toplumda. Yeter ki birileri toplum üzerinde tahakküm kurmaya kalkışmasın. Farklılıkları keskinleştirip, körüklemesin…

Sakinliğe ve karşılıklı saygıya acil ihtiyacımız var. Sadece kendimizin doğru ve haklı, sadece bizim istediğimiz dünyanın gerçek olduğu yanılgısından acilen kurtulmamız lazım… Hoşnutsuzluklarımızı doğru kelimelerle dile getirmeyi ve diğerlerini dinlemeyi, anlamasak da saygı göstermeyi öğrenmemiz lazım…

Çünkü aslında öteki olmadan ‘biz olmak’ mümkün değil...

Aslında ötekinin varlığı bizim varlığımızı sağlamlaştırıyor…

Kendi düşüncemize, isteklerimize, haklarımıza inanıp sahip çıktığımız sürece, diğerlerinden korkmanı bir anlamı yok çünkü…

Sonuç olarak; Toplumda etkinliği olan, kitlelere ulaşabilen her kesim kışkırtıcı söylemleri

bırakmalı. Onlar bırakmıyorsa biz onları dinlemeyi, desteklemeyi bırakmalıyız. Onlar sağduyulu olamıyorsa, millet sağduyusunu bir an önce yeniden kazanmalı. Çünkü köylümüze, komşumuza, sınıf arkadaşımıza, kim neye inanırsa inansın, nasıl yaşarsa yaşasın ihtiyacımız var.  Yani içinde bulunduğumuz toplumsal rahatsızlığın ilacı da yine biziz. Biz ki, tüm dünyanın ‘bitti’ gözüyle baktığı milli mücadele günlerinde, gerçek umutsuzluğun yaşandığı o koşullara rağmen hiçbir ayrımı gözetmeden birlik olarak bir destan yaratmış bir milletin torunlarıyız. Dolayısıyla umutlarımızın çalınmasına izin vermemeliyiz. Paranoyalarımızdan sıyrılıp yeniden ve bir kere daha kenetlenmeliyiz.

Çünkü kaybedeceğimiz şey çok ama çok fazla…

İyi tatiller…