TDK sözlüğüne göre ‘ispiyoncu’; Birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözleyip başkalarına bildirerek çıkar sağlayan kimse, gammaz...

Bir de 'müfteri' var, yani iftira eden, karalayan...

Çevrenize şöyle alıcı bir gözle bakın günümüzde başta siyaset kurumunda olmak üzere bunlardan ne kadar çok olduğunu göreceksiniz. 'İspiyoncu' içindeki karanlığın gereğini yerine getirir. 'Suç oluşsa da bildirsem' diye ellerini ovuşturur sürekli. Bu aslında bir bağımlılıktır. Madde bağımlılığının bile tedavisi vardır da bu türün tedavisi yoktur. 'Müfteri' ise olmayanı varmış gibi gösterir. Başkalarına iftira atmaktan garip bir zevk alır. Çamur atmak ve çamurlaşmak onun gıdasıdır. Öyle delikanlı gibi ortaya filan da çıkmaz. Faili meçhul göndermelerle insanlara kara çalmak onun için bir hayat tarzıdır…

İspiyonculuk ve müfteri kimliğini kişiliklerinde barındıranlar insani değerlerden tamamen sıyrılmışlardır. Yüzlerine vuran nefret duyguları, onların putu olmuştur adeta.  Acıma duyguları kalmamıştır. Ağızlarına sakız etmiş olsalar da aslında adalet filan umurlarında değildir. Kararan her hayat, sönen her umut, yıkılan her duygu, onlara 'yaşama sevinci' katar. Kurdukları pusular ve attıkları iftiraların sonucunu gördükçe derin bir haz duyarlar. Kimlerin hayatı yanarsa yansın, 'amaca giden her yol mübahtır' onlar için. Hayatları boyunca hiç aralıksız iftira üretebilirler. Ortak özellikleri 'korkaklık' olduğu için ürettikleri iftiraları genellikle sinsice ortaya sürerler.

O kadar çok örnek var ki. Hele siyaset kurumu içerisinde…

Rakibini alt etmek için yasal ve ahlaki kurallar yerine böylesine pespaye yöntemlere başvuran nicelerini gördük/görüyoruz. Belki skor tabelasında kazanıyorlar ama insanlık tarihinde kaybettiklerinin farkında değiller. Oysa, rakip, hasım, düşman adına ne derseniz deyin, hayatın herhangi bir alanında, siyaset, ticaret, spor vs., insan öyle bir mücadele vermeli ki, karşısındaki rakibi, hasmı, düşmanı kendisine saygı duymak zorunda kalsın.

Sadece 15 yıl hüküm süren fakat ülkenin bugün de kullanılan sınırlarını çizen ve ülkeye Çin adını veren Qin Hanedanlığı (MÖ 221-207) İmparatoru, belki de tarihin ilk ispiyonculuk ağını kuran kişidir. İmparator, insanların özünde kötü olduklarına ve boş bırakılırlarsa başkalarına zarar veren eylemlerde bulunacaklarına inanırmış. Bu yüzden devlet yapısı ve toplum yaşamının her anını, her alanını kontrol etmek gerektiğini düşünürmüş. Bürokrasiyi bu düşüncesine uygun olarak yapılandırmış. İmparatorluğu 36 eyalete bölmüş ve her eyalete iki yönetici atamış. Yani gözleri birbirinin üstünde olacak iki adam, iki yöneticiden amaç bu… Ardından eyaletleri daha küçük yönetim birimlerine ve giderek daha da küçük birimlere bölmüş ve her birinin başına yine iki yönetici atamış. Fakat halkın gözünün birbirinin üstünde olmasını amaçlayan ‘ispiyonculuk müessesesi’ açısında işler pek umduğu gibi gitmemiş. İmparator Qin, bir zaman sonra, kendisine çok acı verdiği söylenen bir gerçeği fark etmiş: Halkın arasındaki ispiyoncuların ülkenin döküntüleri olduğunu ve bazen çok küçük bir çıkar elde etmek için bile değerli, saygın, yetenekli insanlara zarar verdiklerini; değerli insanların ise bu ‘ispiyonculuk müessesesi’nden iğrendiklerini görmüş. Hakkında yazılanlara göre, “Ben nasıl bir imparatorum böyle… Değerli, saygın insanlar yapmaya çalıştıklarımdan iğreniyor ve bana saygı duymuyorlar. Ama ülkenin çöpü saydıklarım sahip çıkıyorlar. Çöplerin imparatoru olmak çok aşağılayıcı” demiş, kahretmiş. Genç yaşta herhalde bu kahrından ölmüştür.

Görüldüğü gibi ispiyonculuk insanlık tarihinin hiçbir döneminde muteber bir davranış olarak kabul edilmemiş. İspiyoncular dünyanın her yerinde ‘insani-ahlaki’ olarak düşkünler, döküntüler ve değersizler arasında çıkmış. Yani İmparator Qin’in ifadesiyle, ‘bunlar toplumun çöpü’...

Çöplerinden arınmış bir dünya dileğiyle…

İyi haftalar…