Ekonomide program tartışması, iki yıldan beri sürmektedir. Dünya ekonomisinde ekonomik programları ortaya çıkaran şartlar aslında borçlu ülkelerin alacaklılıklarına aldıkları borçları ödeme niyetinde olduğunu gösteren bir işarettir. Ekonomik programları meşhur eden kurum Uluslararası Para Fonu (IMF)’dir. Bilindiği gibi IMF’nin ortaklarından birisi de,Türkiye’dir. Türkiye, 1980, 1994 ve 2001 gibi yaşanan döviz ve dış borç krizlerinde defalarca IMF’ye gidip bir program üzerinden finansman sorunları çözülebildi. Yine bilindiği gibi en son uygulanan IMF programı, 2002 yılında Kemal Derviş’in öncülüğünde uygulamaya konulan ‘güçlü ekonomiye geçiş’ programıdır. Programın bankacılık ayağı ve finansman ile ilgili konularda IMF’nin etkisi önemliydi. Türkiye 2001 krizinden sonra bu programla kredi sağlayabildiği gibi, aynı zamanda yabancı yatırımcılara güven vererek 2002-2010 döneminde Cumhuriyet tarihinin en büyük sermaye girişleri sağlandı. 2010 yılında IMF kredileri ödenerek program da sona erdi. Türkiye o dönem haklı olarak IMF programını yenilemedi ve kendi yoluna devam etti. Bu program, Türkiye’de IMF programı nadir başarılı ekonomik programlarından birisiydi. Bunun nedenleri ise, güçlü bir siyasi irade ile programa sadakat ve hesap verilebilirliğe verilen önemde saklıdır.
2019 yılından beri yaşanan Kovid ve savaş kaynaklı enflasyon krizi ise ilk kez IMF programı olmadan çözümlenmeye çalışılmaktadır. Klasik para politikası yöntemlerinin terk edilmesi nedeniyle batılı yabancı sermaye yatırımlarının ülkeyi terk etmesi ve cari açığın artması nedeniyle, 2020 yılından itibaren dövizin hızlı yükselişine neden oldu. Ayrıca Kovid döneminde büyümenin devam etmesini sağlamak için uygulanan genişletici ekonomi politikaları kredi hacmini ve para miktarını artırarak enflasyonu adeta tetikledi. Hemen arkasından gelen Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ile başlayan enerji fiyatlarının ani yükselişi de enflasyonun etkisini derinleştirdi. Ardında başlayan seçim süreci ve yaşanan büyük deprem felaketinin maliyetleri, bütçe üzerinde yükü ağırlaştırdı. Klasik IMF programlarında sadece döviz ve dış borç sorunları çözüm üretilebilmektedir. Türkiye’nin bütçe açığının yükseldiği, cari açığının ve bütçe açığının yükseldiği bu dönemde hangi ekonomik programın başarılı olacağı çok önemlidir. Aslında ekonomik söylemin rasyonelleşmesi, bütçe denkliğinin önemsenmesi ve döviz rezevlerin artırılmasına yönelik program, vatandaşlara getirdiği mali yükleri rağmen kredibilitesini halen devam ettirmektedir. Ekonomi yönetimi, aşama aşama vergi ve para politika araçlarının yoğun kullanıldığı bir Ortodoks politikayı uygulamayı ortaya koyduğu anlaşılmakla birlikte, hala bütün unsurları ile açıklanmış dört başı mamur ekonomik programı ortaya koymamıştır. Muhtemelen Orta Vadeli Mali Plan’da yeni unsurlar da ortaya çıkacaktır. Fakat ekonomik programın fiyat ve vergi artışları ile toplumun katlandığı ekonomik yükü, kamunun da paylaştığını anlayabildiği ve bütün iktisadi sorunların birlikte ele alındığını anlayabildiği ‘orijinal programa’ ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü Türkiye’nin yaşadığı yüksek enflasyon ve ekonomik açıklarının ekonomik programla yönetilebilmesinin toplumun iknasını da içeren bir sosyal psikoloji gerektiren yönü bulunmaktadır. Kamu yönetimi için politika rasyonel, ekonomik programın iletişimi ve etkilerinin yönetilmesi ise psikolojik bir olgu olacaktır.