Sabah Gazetesi Spor Sorumlusu Cengiz Altay önceki gün çok güzel bir yazı kaleme aldı. Altay, yazısında ?Antalya?nın en kalabalık kitleleri bir araya getiren en büyük organizasyonu spor. Daha doğrusu Antalyaspor? demiş.
Bu iddiasını da birçok örnekle desteklemiş.
Cengiz Altay?ın yazısına yüzde yüz katılıyorum.
Sporun gücünü bilmeyen yoktur. Birleştirici güçtür. Dünyanın en büyük endüstrisi olarak gösteriliyor. Real Madrid, Cristiano Ronaldo?yu tam 95 milyon avroya transfer etti. Televizyondan canlı verilen bir Şampiyonlar Ligi maçını 2-3 milyar insan seyrediyor. Kısacası sporun, özellikle futbolun gücü yadsınamaz.
Ben de bugün size futbolla nasıl tanıştığımı yazacağım. Amacım, kendimi anlatmak değil. Daha küçük yaşta futbolun insanı nasıl etkilediğini ve o büyüleyici gücünü dile getirmeye çalışacağım.
***
Yaşamımın her evresinde futbol karşıma çıktı. Futbolla tanışmam çok küçük yaşlara dayanır. Çocukken bezden yaptığımız topla oynamaya çalışırdık. Oyun kuralları o zaman bizim için geçerli değildi. Zira oyun kurallarını bilmiyorduk. Futbolu öğrenmek için ben ve akranlarım çok büyük çaba gösterirdik. Doğduğum yer olan Mardin?in İdil ilçesinde televizyon bir elin parmaklarını geçmiyordu. Gazete neredeyse ilçemize hiç uğramazdı. Yani futbol oyun kurallarını görsel olarak öğrenmemiz imkansızdı. Buna rağmen hiç yılmadık. İlçeye tayin olan memurlar ve askerlerden öğrendik futbolun başlıca oyun kurallarını. Topun doğru dürüst olmadığı bir dönemde saha olması imkansızdı. Sokakları saha olarak kullandık yıllar yılı. Bu şekilde futbol öğrenmek ve oynamak yıllarımızı aldı. Galatasaray ve Fenerbahçe maçı olduğunda hayat dururdu. 4 bin kişilik ilçe ikiye ayrıldı. Zaten ilçemizde aşağı ve yukarı diye iki mahalle vardı. Aşağı mahallede Fenerbahçeliler, yukarı mahallede de biz Galatasaraylılar bulunurduk. Maç sonuna kadar yan yana gelmemeye özen gösterirdik. Birbirimizi kırmamak için yapardık bunu. Sonrasında İdil Lisesi adı altında Mardin?in bütün ilçe takımlarıyla karşı karşıya geldik. İdilspor adında biz doğmadan önce bir takım kurulmuştu. Ancak amatörde bile oynama şansı bulamamıştı. İmkanlar yoktu. Bırakın forma almayı, ayakkabı bulmak neredeyse imkansızdı. İlçemizde yaşayıp yurtdışına gitmiş olan Süryani ağabeylerimiz zaman zaman spor malzemesi gönderirlerdi. Bu da çok sınırlıydı. Neticede bütün imkansızlık ve yokluğa rağmen futboldan hiç kopmadık. Sporun birleştirici gücünü, sporla uğraşmanın insana zarar vermeyeceğini iyi biliyorduk. Bu isteğimiz hep sürdü, sürmeye devam ediyor.
***
Sonrasında 1990 yılında Antalya?ya taşındık. 1995 yılında Yeni İleri Gazetesi?nde spor muhabiri olarak göreve başladım. Bu kez oynayan olarak değil, takip eden biri olarak sporun içine girdim. Tam tamına 15 yıldır da sporla yatıp sporla kalkıyorum. Hiç pişman değilim.
Tüm bunları niye yazdım? Antalya?da yaşanlar maalesef Antalyaspor?un değerini bilmiyorlar. Takımlarının gücünün farkında değiller. Olmadıkları için de destek yerine köstek oluyorlar. Kötü tezahürattan dolayı bu sezon gelen cezalar buna bir örnek. Sezon başından beri yönetim 360 bin lira ceza ödemek zorunda kaldı. Bu nasıl bir anlayış? Takımına sahip çıkması gerekenlerin verdiği ekonomik zarar gelecek adına kaygı verici.
Yukarıda futbolun gücünü ve zorluğunu dile getirdim. Antalyaspor bugünlere kolay gelmedi. Antalyaspor?dan dolayı servetini tüketen işadamları var Antalya?da. Lütfen şapkamızı önümüze koyup bir kez daha düşünelim ve ?Biz ne yapıyoruz? diye de kendi kendimizi sorgulayalım.