Türkiye’de basın 4 güç olarak kabul edilir.
Kimin başı sıkışsa hemen gazetecilere koşar.
Gazeteciler yerine göre yaptığı bir haberle dünya gündemini bile değiştirebilir.
Hatta kimi zaman savaşların seyrini bile değiştirmişlerdir.
Kısacası basın çok büyük bir güç.
Ancak bu kadar güçlü olmasına rağmen kendi sorunlarına hep kayıtsız kalmıştır.
Örneğin, iktidarın 2007 Eylül’ünde yürürlükten kaldırdığı “yıpranma hakkı” için gazeteciler yeterince meydanlara inmedi, inemedi.
Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de sürekli gazeteciler gözaltına alınıyor. Maalesef buna da her nedense sessiz kalınıyor.
Son olarak Ergenekon soruşturması kapsamında Oda TV’nin sahibi gazeteci Soner Yalçın ve 3 arkadaşı gözaltına alındı. Biz meslektaşları bundan önce olduğu gibi yine olayı görmemezlikten geldik. Hatta bazı meslektaşlarımız neredeyse kına yakacaktı.
Gazetecinin görevi halkı bilgilendirmektir. Bunu yaparken kendisini hiç düşünmez. Bu nedenle de hep hedef olur. Türkiye’de bugüne kadar çok sayıda gazeteci karanlık güçler tarafından katledildi. Yüzlercesi halen cezaevlerinde. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi biz gazeteciler meslektaşlarımızı savunmuyoruz. Haksızlığa uğradığını söylemiyoruz. Görevini yaptığını haykırmıyoruz. Yani kısacası “Mum dibine ışık vermiyor.”
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyemeyiz. Dememeliyiz. Zira bugün bana, yarın sana. Siyasi görüşümüzü bir tarafa bırakıp yapılanların gazetecilik mesleğine yapıldığını düşünerek hareket etmeliyiz. Bu olay sağ, sol, dinci olayı değil. Bu tamamen fikirlere zincir vurulmadır. Bunu böyle görürsek ancak daha özgür olabiliriz.
Basının özgür olmadığı bir ülkede maalesef hiç kimse de özgür sayılmaz.
Evet, bugün bir çok meslektaşımız fikirlerini belki özgürce söyleyebiliyor. İstediği yazıyı kaleme alabiliyor. Ancak bu yarın gözaltına alınmayacağı anlamına gelmiyor. Her an kendisini demir parmaklıkların arkasında görebilir. Bu nedenle biz gazeteciler oturup bir kez daha düşünmeliyiz ve kendimize şu soruyu sormalıyız: “Biz nerede hata yapıyoruz.”