“Ülkemizde her yıl yaklaşık 1.7 milyar ekmek ve 18 milyon tonun üzerinde meyve sebze israf ediliyor. İsraf edilen gıdalarla birlikte emeğimiz, paramız, enerjimiz ve milli servetimiz çöpe gidiyor..”
Bu sözlerin sahibi, TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken. Geçtiğimiz gün meyve ve sebzelerin mevsimsel olarak fiyat değişikliğine uğraması konusunda değerlendirmelerde bulunurken ülkemizde yıllardır bir türlü önlenemeyen gıda israfına da işaret etti Palandöken. Bilhassa yaz aylarında sebze ve meyvenin ucuzlamasıyla birlikte israfın da arttığına dikkat çeken Palandöken, “Yazın bereketli ve ucuz olan ürünleri farklı yollardan muhafaza ederek kışın tüketmeliyiz” dedi. “İsraf edilen gıdaların faturası ülke olarak her birimizin cebinden çıkıyor. İsraf edilen tonlarca gıdanın maliyetiyle ülkemizde onlarca okul, hastane, köprü ve yol yapılabilir” dedi…
Araştırmalara göre, ülkemizde gıda israfının yıllık maliyeti yaklaşık 214 milyar lira. Eski parayla ifade edecek olursak 214 katrilyon lira…
Neler yapılmaz ki bu parayla. Binlerce okul, binlerce hastane ve daha neler neler…
Dünyada 1 milyara yakın insan açken biz ekmeği bayatladı diye, meyveyi yumuşadı diye çöpe atıyoruz. Manava, pazara gittiğimizde tezgahtaki ürün çeşitliliğine kanıyor ihtiyacımızdan fazlasını alıyoruz. Tüketemediğimiz fazlaları bir iki gün sonra bozuldu diye çöpe atıyoruz. Eskiden annelerimiz yazın bol ve ucuz olan ürünleri kurutarak, dondurarak, konserve haline getirerek reçel, tarhana, turşu yapardı. Kışın da bunları yerdik. Şimdi nasılsa seralar var, yaz sebzesi kışında oluyor diye kimse annelerimizin yaptığını yapmıyor. Anlamsız bir tüketim çılgınlığına kaptırmış gidiyoruz.
Geçen bir arkadaşımla ailelerimizi, çocuklarımızı konuşuyoruz. İkimizin de yakındığı şeyler aynı. Günümüzde artık aile bireylerinin her birinin damak zevki ayrı. Örneğin 4 kişilik bir ailenin sofrasında asgari 3-4 çeşit peynir, zeytin vs. oluyor.
Niye? Çünkü birinin beğendiğini öteki beğenmiyor…
Oysa eskiden böyle miydi? Bizim çocukluğumuz, gençliğimizde annemiz sofrada önümüze ne koyarsa onu yerdik. Öyle ‘ben bunu beğenmedim, şunu yemem’ deme gibi bir lüksümüz yoktu. Az çalışıyor, az kazanıyor ama ‘çok lüks’ yaşıyoruz/yaşamak istiyoruz…
Gelişmiş ülkelerde insanlar evlerinde sadece mutlak gerekli olan ve kullandığı eşyalar bulundururken, bizim evlerimizde yok yok. İhtiyacımız olmayan, kullanmadığımız veya yılda sadece birkaç kez kullandığımız nice lüks eşyaya binlerce lira ödemekten imtina etmiyoruz. Evimiz yok ama dünya kadar eşyamız oluyor. Haliyle sığabilmek için büyük evler tutmak zorunda kalıyor ve fazladan dünya kadar kira parası ödüyoruz.
Her şeyimiz böyle vesselam. 2 bin lira kazanıp 20 bin liralık bir yaşamın peşinde koşuyoruz. Bu yüzden de sırtımız yerden kalkmıyor. Büyüklerimiz, ‘İşten artmaz dişten artar’ diyerek tasarrufa dikkat çekmişler ama dinleyen kim?
‘Falancanın şuyu var, benim de olsun. Filanca bunu yapmış, benim neyim eksik ben de yapayım’ gibi anlamsız bir yarış içerisinde geçiriyoruz hayatımızı.
Sıkıntıya düştüğümüzde de (ki, bu durumda sıkıntıya düşmemek mümkün değil) ‘Niye bunlar benim başıma geliyor’ diye kahırlanıyoruz…
Eee ne ekersen onu biçersin. Biz rahatı, lüksü, tembelliği ektik, şimdi sıkıntı biçiyoruz…