Peygamber efendimiz, “Cennet annelerin ayakları altındadır” diye buyurmuş. Günümüz dünyasında ise kadınlar erkeklerin ayakları altında…
Günümüz kadınının en büyük sorunu hiç şüphe yok ki, şiddet. Ancak sorunlar bununla da sınırlı değil. İşsizlik, eğitimsizlik ve tabi tacizi de unutmamak gerek. Geçenlerde internette sörf yaparken bir üniversitenin 2017 yılında yaptığı bir araştırmaya rastladım. Çıkan sonuçlar oldukça isabetli. Mesela, Türkiye'de erkeklerin yüzde 55.7’sine göre kadının birinci görevi ev işleri… Yüzde 57’si “Ben izin vermiyorsam karım çalışmamalı” görüşünde.
Yüzde 70’ine göre kadın her zaman erkek tarafından korunmalı. Yani Türk erkeği mealen diyor ki; Karım ev işlerini yapsın, bana ve çocuklara hizmet etsin, izin vermezsem sokağa çıkmasın ve hep bana muhtaç olsun… Nasıl, sizce de isabetli değil mi? Kabul etmeliyiz ki, ülkemizde oldum olası kadına bakış açısı bu meyanda. İster eğitimli, ister cahil hiç fark etmiyor. Seviyoruz ama dövüyoruz. Aşık oluyoruz ama öldürüyoruz. Kıskanıyoruz ama taciz ediyoruz. Ne ironi ama…
Dayak yiyen kadın, öldürülen kadın, taciz edilen, tecavüze uğrayan kadın haberleri artık sıradanlaştı. Erkek eşinin çalışmasını istemiyor çünkü ekonomik açıdan kendisine bağımlı kalması, muhtaç olması işine geliyor. Bu da aslında bir nevi şiddet. Ekonomik şiddet. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) yayımladığı Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri Veri Setine göre, kadınların istihdamdaki oranı yüzde 28. Erkeklerde ise bu oran yüzde 65,1 seviyesinde. Yani Türkiye'de çalışan kadınların sayısı, çalışan erkeklerin sayısının yarısından bile daha az.
Ataerkil yapının hala hakim olduğu Türkiye'de istihdamda bulunmak, eve ekmek getirmek bir kadın için asli bir rol değil çünkü. Türkiye’de eve ekmeği getirme rolü erkeğindir. İzleyenler hatırlayacaktır. Hülya Avşar bir televizyonda kendi sunduğu programda konuğu Mehmet Aslantuğ’a, “Erkek çalışsın, kadın evde çocuklarını büyütsün, yemeğini yapsın, kocasını karşılasın. Ben mesela öyle bir kadınım” demişti. Erkek egemenliğinin ‘güzel bir duygu’ olduğunu savunmuştu. İşte Türkiye’de öteden beri erkeğin ve kadının bilinç altına yerleştirilen anlayış bu…
Kadınların çalışması önündeki bir başka engel, üzerlerindeki bakım yükü. Evde yaşlı, engelli ve çocuk varsa bunların bakımı otomatikman kadının üzerine kalıyor. Çalışma hayatında cinsiyete dayalı bir ayrıştırma da söz konusu. Kadınlar bazı sektörlerde tercih edilmiyor ya da kendileri bu meslekleri tercih etmiyor. Kadın istihdamı önündeki bir diğer engel de kadınların iş yerinde karşı karşıya kaldığı cinsiyet ayrımcılığına dayalı tutumlar, mobbing ve taciz. Birkaç yıl önce Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın 221 kadın gazeteciyle yaptığı bir anket çalışması vardı. Ankete katılan kadın gazetecilerin yüzde 61'i psikolojik şiddete, yüzde 59'u mobbinge, yüzde 17'si fiziksel şiddete maruz kaldıklarını söylemişti. Hamileyken işten çıkarıldıklarını, yöneticileri tarafından taciz edildiklerini, terfi ettikleri için nefret nesnesi haline geldiklerini, fiziksel özelliklerinden dolayı ayrımcılığa uğradıklarını belirtmişlerdi.
Zaman zaman haberlerde okuyoruz. Kadın cinsel tacize uğradığı halde kendisi işten çıkarılıyor. Yani kadına çifte ceza veriliyor. Mobbing de genellikle üst erkeklerden ast kadınlara uygulanıyor. Mağduriyetlerini ispat etmekle ilgili sıkıntı yaşamaları nedeniyle de mobbing uygulanan, tacize uğrayan kadınların çoğu ya bunu saklamayı ya da işten ayrılmayı tercih ediyor.
Farkındaysanız, kadınlar televizyon dizilerinde hep güçsüz karakterler olarak gösteriliyor. Erkeklere bağlı, aldatılıyorlar, şiddet görüyorlar, ama asla güçlenemiyorlar. Güçlü, bağımsız kadın karakterini bir dizide görmek pek mümkün değil. Kadın kadına arkadaşlık, dostluk da yok. Hep birbirinin kuyusunu kazan, hep dedikoduyla uğraşan, hep bir erkek veya aşk ilişkileriyle meşgul, başka bir şeye kafasını yormayan kadınlar var. Halbuki gündelik hayatımızda, televizyonda, haberlerde güçlü kadınları görmeye ihtiyacımız var. Böyle kadınlar toplumda var, ama öne çıkarılmıyorlar. Bunun yerine, erkekler çıkıp kadının ne giymesi gerektiğini tartışıyor. Siyasetçi kalkıp ‘kadın şöyle gülmeli, böyle gülmeli, kahkaha atmamalı’ filan diyor. Kadının kaç çocuk yapması gerektiği, kürtaj, sezaryen tartışılıyor. İlahiyatçılar, “Kadın dayak yiyorsa şükretsin” diyebiliyor ne yazık ki…
Türkiye'de kadın olmak zor. Kadın olmak; hep geriden gelmek, her konuda 2-3 kat fazla çalışmak, sürekli tedirgin olmak, hiçbir zaman kendini güvende hissedememek, hep bedenen bir yerlerinizi kontrol etmek, özgür hissedememek, sürekli kendinizi açıklamak zorunda kalmak, neyi niye yaptığınızın muhasebesini yapmak, sürekli sabretmek, sürekli alttan almak demek. Türkiye’de kadın olmak hep mücadele etmek demek…