Sabahları paldır küldür yataktan fırlayıp kendimize bir merhaba bile demeden strese günaydın dememiz hiç kimsenin suçu değil. Doğamız gereği de kabul görmeye, beğenilmeye, motive edilmeye ihtiyaç duyarız. Hayat koşulları çoğumuza ortak problemleri getiriyor. Kendimizi yataktan dışarı zor atıp, öz bakımımızı yapıp sürüne sürüne giyindikten sonra bir acele işimize veya günlük koşuşturmalarımıza yetişmeye çalışırız. Hele büyük bir şehirde yaşıyorsak, zamanımızın önemli bir bölümünün yolda geçmesi riski olduğundan kimi zaman panik halde günü yakalamaya çalışıyoruz. Bu arada kendimizi unutuyor, makyaj yapmak ya da tıraş olmak gerekmiyorsa aynaya bile bakmaya gerek görmeyebiliyoruz. Yeni haftanın ilk günü bir dostum aradı, Antalya ile ilgili yazıları ilgiyle takip ettiğini söyledi. Kimilerinin bazı konuları saptırdığını söyledi. O başka memlekette yaşıyor, Antalya’ya her gelişinde biraz daha değiştiğini ve geliştiğini gözlemlediğini söyledi. Antalya’da yapılan hizmetlerden bazılarını beğenmediğini gereksiz olduğundan falan söz ederken vergilerin boş işlere harcandığını demeye getirdi. En son Antalya’ya ne zaman geldiğini sordum, ‘4 yıl önce’ yanıtını verdi. Siyasetçisi, işadamı, gazetecisi sıkça şöyle der: ‘Ne yapılırsa yapılsın, önemli olan halkın soyulmamasıdır.’ Soygunun sözlük anlamı, ‘genellikle çete durumunda bir araya gelmiş haydutlar tarafından yapılan silahlı hırsızlık’ demektir. Hırsızlık ise kendisine ait olmayan bir şeyin çalınmasıdır. Yapılan her işi soygun, hırsızlık olarak göstermesine karşı daha dikkatli bir üslup ve söylem kullanmak her aydının görevidir. Çünkü vatandaşın kamuya olan güvenini sarsmak, aidiyet duygusunu törpüler. Bu da telafi edilemeyecek başka handikaplar yaratır. Halkın soyulmaması lafı ortaya atılırken, içi doldurulmalıdır. Eğer kamuda yapılan usulsüzlükleri ve suiistimalleri, bizzat yapanların ifşa etmesini bekleseydik, bugün ülkede hiçbir usulsüzlük ve ihaleye fesat haberini basından okumazdık. Kim ayranım ekşi der ki?