Unutulmaz bir yıl geçirdik ve yeni yıla sayılı günler kaldı, hoşluk olsun diye bir hikaye anlatacağım. Eminim sizi biraz düşündürecek. Ama ben bu “kıssa”dan “hisse”nizi almanızı isterim. Merhum Antalya Mutasarrıfı (Tanzimat’tan sonra Osmanlı yönetim teşkilatında sancak, yani illerle ilçeler arasında yer alan, vali ile kaymakamlık arası bir yönetici) Turhan Paşa, bir gün avlanırken çantasını taşıyan yaşlı, ama oldukça dinç köylüye sormuş: “Baba söylesene, kaç yaşındasın?” “Yetmişi aştık paşam” demiş köylü. “Maşallah maşallah” diye devam etmiş Paşa, “Bütün dişlerin sapasağlam, benden de güçlü görünüyorsun. Oysa ben daha senin yarı yaşında sayılırım” Köylü somurtmuş: “Öyle ama paşam, kulak asma sen” Paşa bakmış, köylü halinden hiç memnun değil tekrar sormuş: “Yaşantından niçin memnun değilsin?” Köylü, “Şu anlatacağım hikayeyi dinleyin de anlarsınız” demiş ve başlamış anlatmaya. Bir şahin ile bir kartal bir yerde buluşarak sohbete başlamışlar. Şundan bundan derken, kartal ertesi gün için şahini evine yemeğe davet etmiş. Kararlaştırılan saatte şahin kartalın evine gitmiş. Kartal, ininin bir köşesindeki kokmuş leş parçasını göstererek, “Yemeğiniz işte bu, buyurun yiyelim” demiş. Şahin, ayıp olmasın diye kokmuş leşe birkaç gaga sallamış. Sonra da, “Kartal kardeş” demiş, “Bugün biraz iştahsızım, fazla yiyemeyeceğim, yemek için teşekkürler” demiş. Fazla geçmeden şahin kartaldan izin isteyerek kalkmış. Ertesi gün için de kartalı evine yemeğe davet etmiş. Kartal sormuş: “Senin evin nerede?” Şahin göstermiş: “Şu karşıdaki çınar ağacının tepesinde.” Ertesi gün kartal yemek zamanı şahinin evine gelmiş. Ona, “Evin çok havadar yerde” dedikten sonra etrafına bakınmış ve sormuş; “Ama anlayamadım sen beni yemeğe davet etmemiş miydin? Yiyecekler nerede?” Şahin, “Şimdi” diyerek yıldırım gibi havalanmış ve az sonra yakaladığı kekliği kartalın önüne getirip bırakmış. Kartal, ilk kez yediği bu taze keklik etini daha bitirmeden şahin bu kez bir bıldırcın yakalayıp getirmiş. Kartal daha onu bitirmeden az ötede göle pike yapıp yakaladığı balığı da getirip misafirinin önüne koymuş. Kartal yemeği bitirdikten sonra, “Sağol şahin kardeş” demiş, “Bana tatmadığım lezzetli yemekleri yedirdin. Dünyada neler varmış da haberim yokmuş.” Bir an durakladıktan sonra da sormuş: “Kuzum, sahi sen kaç yıl yaşarsın? “Yetmiş” demiş şahin ve o da kartala aynı soruyu sormuş: “Ya sen kartal kardeş?” “Üç yüz yıl” diye cevap vermiş kartal. “Gördün mü bak” demiş şahin, “Bu kadar güzel şeyleri yememe rağmen, bu kadar güzel ve havadar yerde yaşamama rağmen ben yetmiş yıl yaşıyorum, sen ise üç yüz yıl yaşıyorsun.” Kartal, başını iki yana sallayarak şöyle cevap vermiş: “Üzülme sevgili kardeşim. Benim gibi o kapkaranlık, izbe inde leş yiyerek üç yüz yıl yaşamaktansa, senin gibi şu havadar yerde oturup, taze ve nefis şeyler yiyerek yetmiş yıl yaşamak çok daha iyidir.” Yaşlı köylü hikayeyi burada bitirdikten sonra şöyle demiş: “İşte böyle paşam. Biz ışıksız, yolsuz, pislik içinde ve cahil böyle 70-80 yıl yaşıyoruz. Ama böyle yaşamaktansa, sizin gibi kırk yıl yaşamayı tercih ederiz.” Kıssadan hisse; yapılan araştırmalar, Türk insanının ortalama ömrünün 67-70 yıla çıktığını ortaya çıkarmış. Şimdi soruyorum: Kısa bir süre de olsa, seçtikleriniz gibi “Bolluk içinde yaşamak mı” istersiniz, yoksa 67-70 yıl “iyi yaşam vaatleri” ile kandırılarak yaşamak mı? Seçtik, oturttuk da işimiz bitti mi? Önemli olan, onları iyi takip etmekte.