İnsanlık tarihi boyunca olduğu gibi günümüzde de hiçbir toplumda, insanlar maddi ve manevi açıdan aynı seviyede değildir. Zayıfı, güçlüsü, fakiri, zengini, erkeği kadını, çocuğu yaşlısı hepsi hem bir tezat oluştururlar hem de toplumda bir ahenk yaratırlar.
Buna da kısaca hayat diyoruz işte…
Yaratılıştan gelen bu farklılıkla hayatın içinde yoğrulan insanoğlu mutlaka birbirine ihtiyaç duyar. Zengin fakire, güçlü zayıfa mahkumdur aslında. Örneğin varlıklı hiçbir insan, “Benim kimseye ihtiyacım yok” diyemez. Çünkü varlığını, servetini çalıştırdığı insanların gücü ile kazanır. Kimi çalıştırıyorsa ona muhtaçtır yani. Tüm sosyal ilişkilerde de durum aynıdır. İnsanlar ister istemez bir başkasının gücüne, parasına, fikrine muhtaç olur. Bu da karşılıklı olarak yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarır ki, yardımlaşma toplum halinde yaşamanın doğal bir sonucudur.
Dinimiz İslam da yardımlaşmayı, bütün maddi ve manevi hayatımızı kapsayacak şekilde en geniş sınırları ile ele almış ve bunu bir görev olarak ortaya koymuştur. Bir çok ayet ile bu konuya temas edilmiş ve Müslümanlar yardımlaşmaya teşvik edilmiştir.
Bunlardan biri de her Cuma hutbeden okunan Nahl Suresi 90’ıncı ayetidir. Yüce Allah bu ayette mealen,
“Şüphe yok ki, Allah adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip, çirkin olan kötü görünen şeylerle, haksızlığı ve taşkınlığı yasaklıyor ve size böylece düşünesiniz diye öğüt veriyor” demektedir.
Dikkat ederseniz, bu ayette yardımın özellikle ‘akraba ve yakınlar’dan başlaması gerektiği vurgulanıyor çünkü herkes kendi yakınlarından başlarsa toplumda ihtiyaç sahibi insan azalır ve ihtiyacı olduğu halde haberdar olunmayan insan da kalmaz. Dünyanın en zor şeyi istemek, birilerinden hidayet dilemektir. Gerçek ihtiyaç sahipleri genelde isteyemez. Ancak birileri durumlarını ifşa ederse haberdar oluruz…
İşte son iki gündür gazetemizde manşet olarak yer alan Seher-Aysun Arslan adlı anne-kızın yaşadığı dram da bu şekilde, yani bir tanıdığımızın haber vermesi üzerine ortaya çıktı. Onların içinde bulunduğu çaresizliği bir dostumuz bize bildirmese haberimizin olması mümkün değildi. Nitekim öğrenince görevimizi yapıp herkesi haberdar ettik ve çok şükür ki bu toplumun mayasında olan ‘iyilik yapma’ duyguları bir kez daha harekete geçti. Yetkilisi, yetkisizi, kamu yöneticileri, hayırseverler herkes ayaklandı, herkes bu talihsiz aileye hemdert olabilme yarışına girdi. Vicdan seferberliği dedik buna. Hala telefonlarımız susmuyor, hala arayıp yardımcı olmak istediğini söyleyenler oluyor.
Yaşanan dejenerasyona rağmen toplum olarak hala insanlığımızı kaybetmemiş olduğumuzu görmek de bizi mutlu ediyor, umutlandırıyor…