Kamu; herkes, bütün, bir ülke halkının tamamı gibi anlamlar taşıyor. Kamu halk demek kısaca. Kamu kurumu ise misyonu halka hizmet olan devlet birimlerine verilen ad. Dolayısıyla bu kurumların varlık sebebi kamu, yani halktır…
Peki varlık sebebi halk olan bu kurumlarda çalışanlar veya bu kurumları yönetenler bunun farkında mı?
Yıllardır karşılaştığımız ve hala karşılaşmakta olduğumuz örnekler bu soruya evet dememizi zorlaştırıyor. Ne yazık ki, ülkemizde kamu kurumlarıyla ilgili bu önemli detay yeterince anlaşılamamıştır. Toplum nezdinde ‘yüksek maaş, iyi çalışma koşulları ve sağlam bir gelecek’ adına revaçta olan bu yerlere kapılanmak için takla üstüne takla atanlar, kısa süre sonra ceberutlaşmış ve hizmet etmekle mükellef olduğu halkı hakir görmeye başlamıştır.
Bu, dün de böyleydi, günümüzde de böyle maalesef…
Yaşamayan yoktur. İşinizi görmek üzere gittiğiniz herhangi bir devlet kuruluşunda karşınıza ilk çıkan şey, asık suratlar, vurdumduymaz tavırlar ve tahammülsüzlüktür. Evde karısıyla ya da kocasıyla kavga eden hırsını vatandaştan çıkarır. Ailevi sorunlarını, ekonomik sıkıntılarını bahane eden kamu görevlisi karşısındaki vatandaşa patlar. Daha düne kadar o kuruma girmek için katlanılan zahmetleri, öpülen elleri, etekleri kısa sürede unutur, sanki oraya silah zoruyla oturtulmuş gibi davranırlar. İtiraz edecek olursanız ya güvenlikçilerin kollarında bulursunuz kendinizi ya da karakolda. Öyle ya, o devlet memurudur. Düğmesini koparmak 6 aydan başlar. Sesini çıkaramaz, itiraz edemezsin. O ne derse doğrudur, ne yaparsa haklıdır. Vatandaş, halk kimdir ki?..
Şimdi diyeceksiniz ki, nereden çıktı bu kardeşim?
Anlatayım. Benim Isparta’da üniversite eğitimi gören kızım ve oğlum var. Oğlumun dönem sonu staj belgesini stajını yaptığı gazetemizde idareye onaylatarak geçtiğimiz Salı günü PTT’den APS (Acele Posta Servisi) kanalıyla gönderdim. Dün (Cuma) belgenin okula verilmesi için son gündü. Dolayısıyla gönderiyi verirken Cuma’ya yetişip yetişmeyeceğini sormuş ve olumlu cevap almıştım. Dün, kızım aradı ve gönderinin gelmediğini söyledi. Bu arada, adreste sokak numarasının yanlış yazıldığını gördüğünü ve bu yüzden PTT’ye sorduğunu, bir görevlinin de “Gönderi henüz burada. Yarım saat içinde gelirseniz buradan alırsınız aksi halde iade edilecek” dediği için PTT’ye gittiğini belirtti. Buraya kadar her şey normal. Sonuçta ben adresi yazarken sokak numarasını yanlış yazmışım ve adres bulunamamış. Yani hata bende. Ancak sonrası karışık. Neyse kızım apar topar PTT’ye gidiyor ve ilgili memurlara durumu aktarıyor. Karşısına çıkan ilk memur, “Bu benim işim değil” diyerek yanındaki başka bir memura pas ediyor asık bir suratla. Diğer memur ise kayıtlara bakıp, “Gönderiniz iadeye sevk edilmiş, yapacak bir şey yok” diyerek kestirip atıyor. Kızım, “İyi ama ben gelmeden telefon ettim, konuştuğum görevli gönderinin burada olduğunu ve yarım saat içinde gelmem halinde alabileceğimi söyledi” diye itiraz edecek oluyor., Vay sen misin itiraz eden. Çatık suratlı memure hanım, kaşlarını daha da çatarak, “Benim işim gücüm çok, şu an sizinle uğraşamam” mealinden bir şeyler söyleyerek çıkışıyor. Bunun üzerine kızım güvenlik görevlisinin rehberliğinde bölüm şefine ulaşıp durumu ona anlatıyor. Şef biraz önce kızımı azarlayan memura yönlendirerek söz konusu gönderiyi bulup vermesini istiyor. Ancak bu ceberut memur kendini her şeyin, herkesin üstünde görüyor olacak ki, şefin talimatına rağmen, “Şimdi bakamam öğleden sonra gel ancak o zaman bakabilirim” diyerek bizimkini gönderiyor. Hani bir zamanlar devlet kurumlarında sıkça rastlanan ve hatta filmlere konu olan “Bugün git yarın gel” diyaloğu gibi…
Her neyse kızım, son derece sinirli ve keyifsiz bir halde durumu bana aktardığında hemen telefona sarılıp PTT Başmüdürü’nü aradım. Telefonda durumu özetledim. Neyse ki başmüdür kamu kurumunun ‘halka hizmet için’ var olduğu gerçeğini idrak etmiş, özümsemiş birisiydi. Nitekim meseleye anında müdahale etti ve gönderimiz bulunup kızıma teslim edildi.