Küçük şeylerle yetinip, mutlu olmak gerek. Fakat biz tam tersini yapıyoruz. Küçük şeylerle mutsuz oluyoruz. Adeta mutsuz olmak için bahaneler yaratıyoruz. Bazen havanın bozukluğunu, bazen evde ya da işyerinde yaşadığımız önemsiz bir olumsuzluğu…
“Canım acayip sıkılıyor. Boğulacak gibiyim. Keyfim, tadım, tuzum yok. Depresyondayım. Mutsuzum abi mutsuzum..” gibi yakınmaları hemen her gün yakın çevremizdekilerden duyuyoruz. İşin garibi artık duyduğumuzda şaşırmıyoruz. Kanıksadık…
Peki hiç düşündünüz mü niye bu kadar mutsuzuz. Niçin hiçbir şeyden tat alamıyoruz, neden karamsarlık çepeçevre sarmış bizi?..
Çünkü günümüzdeki dünya sistemi böyle olmamızı gerektiriyor. Mevcut sistem bireylerin mutsuzlukları üzerine kurgulanmış. Mutlu olursak sistem işlemez, dünya dönmez…
Örneklerle anlatmaya çalışayım. Radyo ya da TV’de izlediğiniz/dinlediğiniz şarkılara dikkat ettiniz mi hiç? Neredeyse tamamı mutsuzluklar, hasretler, kin veya nefretler üzerine kurgulu… Dünyada üretilen her 100 yeni şarkının sadece iki tanesi mutluluk anlatıyor. Başka bir deyişle koca müzik endüstrisinin hedef kitlesi ‘mutsuz’ insanlar…
Yani o dev müzik endüstrisinin ürettiği şarkıları satabilmesi için, video kliplerin çekilebilmesi için sizin ayrılmanız, aldatmanız ya da aldatılmanız şart. Böyle bir endüstri sizin mutlu olmanızı, müziğin keyfini kuşların cıvıltısından ya da kendi ıslığınızdan almanızı ister mi sizce? İstemez…
Öte yandan günümüz insanının en büyük derdi olan stresin (ki, stressiz insan olmaz diyor tababet dünyası) devasa endüstrileri beslediğini biliyor muydunuz? Her gün dünyada 5 milyon insan sakinleştirici (depresyon ve strese karşı) hap alıyor. Stresin neredeyse tüm hastalıkların tetikleyicisi olduğu da düşünülürse (tıp dünyasına göre) ne kadar büyük bir endüstrinin ana malzemesi olduğunu varın siz düşünün. Hastaneler kuruluyor, her birine milyonlarca dolarlık tıbbi makineler alınıyor, o makineleri üreten fabrikalar var, o fabrikaların çalışanları var, kurulan hastanelerin devasa binaları, yüzlerce çalışanları vs…
Bu devasa ekosistem bizim sapasağlam ve dinç olmamızı ister mi? İstemez…
Örnek o kadar çok ki. Mesela mutsuz olmalıyız ki sigaraya başlayabilelim. Mutsuz olmalı, kahırlanmalıyız ki ‘dertlerimizi unutmak’ için şişelerin dibine vurabilelim.
Son yıllarda evlilik kurumunun ne kadar pespaye hale geldiğinden, eskilerin ‘bir ömür’ süren evliliklerinin günümüzde artık kalmadığından yakınırız. Hiç düşündünüz mü evlilik kurumu neden bu kadar yozlaştı, ilişkiler neden bu kadar sıradanlaştı diye?
Cevabı basit; Çünkü sistem mutlu yuvalar, huzurlu aileler istemiyor. Mutlu, huzurlu yuvalar sisteme ters. Mesela bir kişiyle tanışıp, o kişiyle evlenen ve bir ömür onunla mutlu olan kişinin sisteme getirisi az olacaktır. Mutlu yuvaların sisteme ekonomik katkısı sınırlı olacaktır. Yuva bozulmazsa sistem bu çifte tek bir ev satacakken/kiralayacakken ayrıldıklarında iki ev satar/kiralar. Ve tabii o ev için üretilen her şeyden ikişer tane. Mesela tek bir evlilik bir kere düğün demek iken, üç kere evlenirseniz düğün ekonomisinin çarkını üç kere döndürürsünüz. Kısacası ilişkiler bozulmalı, yuvalar yıkılmalı ki sistem ayakta durabilsin. Şimdi siz söyleyin, bu sistem sizin eşinizle beraber yaşlanmanızı ister mi? İstemez…
Bu işin bir de bizi, yani medyayı ilgilendiren ayağı var. Yazılı ve görsel medyada mutluluk veren bir haber ile dehşet-vahşet içerikli bir haberin ilgi görme oranı 1/30 olarak hesaplanmış. Yani güzel bir haber bir kez okunurken kanlı-kavgalı, nefret içerikli bir haber otuz kez okunuyor. Durum böyleyken hangi medya organı 30 kat daha az okunacak, izlenecek, tıklanacak içerikler üretir? Haliyle medya ticari kaygılarla kavga ve şiddet içerikli, cinsellik içerikli, çarpık ilişkiler ve sapkınlıklar temalı yayınlara yöneliyor.
Tüm bunlardan kurtulmanın, yani mutlu olmanın yolu ise sisteme gücümüz yettiğince direnmekten geçiyor. Çocuklarımızı sistemin istediği şekilde değil, onlarla ilgilenerek, vakit geçirerek gerçek birer insan gibi yetiştirebiliriz. En ufak bir rahatsızlıkta vücudumuza ne olduğu belirsiz ilaçlarla doldurmamakla başlayabiliriz mesela. Canımız sıkıldığında “Yak bi sigara” diyen eli geri çevirip derin bir nefes alarak kendi kendimizi iyileştirebiliriz. Başka insanların dertleriyle dertlenip, onlara huzur ve mutluluk vermeye çalışarak mutlu olabiliriz. Sistemin direttiği ne varsa karşı koyarak inadına mutlu, inadına huzurlu olabiliriz.
Güç içimizde. Ve bu gücü ortaya çıkarmak da tamamen kendi elimizde…