Allah, doğa olarak verebileceği her şeyi vermiş. Dağ, orman, deniz, tarım toprakları her şey var. Tarih boyunca kentin bu durumundan yararlanmak isteyen insanlar, kavimler, sanatçılar, zanaatkarlar da dünyada eşi ve benzeri olmayan eserler yapmış, bırakmışlar. 1980’li yıllardan itibaren de bir turizm hamlesi ile son sürat başlamış kentleşmeye. Ve dünyanın en güzel, en kaliteli turistik tesisleri inşa edilmiş. Kayak ve deniz keyfinin aynı mevsimde yaşandığı dünyadaki tek yer olmuş. Ama insanoğlunun gözü doymaz yapısı, rant ihtirası nedeniyle doğa ve tarih harikaları arasında adeta bir beton kent meydana getirmiş. Son 20 yılda paranın alım gücü artınca da, hem ev hem de araba alanların sayısı iyice artmış. Sonucunda, ranta kurban edilen Antalya’da yollar ve sokaklar yetmez hale gelmiş. İşte böyle bir manzarası olan Antalya’da yaşıyoruz. Kimine göre bir dünya kenti. Kimine göre de hala koca bir köy. Ama neresinden bakarsanız bakın, bu kent bir marka. Dünyada en çok yabancı turist çeken kentler arasında ilk sıralarda. Yani alıcısı çok iklim açısından da öylesine uygun durumda ki son yıllarda turizm, tarım derken yavaş yavaş bir de sanayi ve sanat kenti haline geliyor Antalya. Dünyanın en önemli futbol takımları kamp yeri olarak Antalya’yı seçiyor. Milli maçlar, turnuvalar düzenleniyor. Turizm Antalya’yı büyüttü. Kentin sağlıklı büyüdüğünü kimse söyleyemez. Hala iç göç alan bir kentten söz ediyoruz. Göç, insanların konuta olan ihtiyacından, çevre düzeni, ulaşım, eğitim, sağlık, spor tesislerine kadar daha birçok yatırıma neden oldu. Antalya artık kabuğuna sığmıyor. Daha ne kadar göç alır tahmin bile edemiyorum.