Yıl 1986. Anavatan Partisi iktidarda. Yeni Adalet Bakanı M. Oltan Sungurlu Erzurum’a gelmiş. Ben o dönem Milliyet Gazetesi Erzurum bürosunda görevliyim. Bakan Sungurlu’nun programını takip ediyorum. Sungurlu programı kapsamında ANAP İl Başkanlığı’nı da ziyaret ettikten sonra kendisini takip eden biz gazetecilere gündeme ilişkin değerlendirme yaptı. Yaklaşık 8-10 kişi varız. Hepimiz sırayla sorular soruyor ve malzeme çıkarmaya çalışıyoruz. Derken o ana kadar aramızda hiç sesi soluğu çıkmayan biri (rencide olmasın diye ismini vermek istemiyorum) hararetle el kaldırınca Bakan Sungurlu’nun dikkatini çekti. “Buyur arkadaş sor bakalım” deyince bizimki, “Sayın Bakanım Atatürk Üniversitesi kampusu ve çevresinde fuhuş olayları çok arttı. Bu konuda neler yapacaksınız ?” mealinden bir şey söyleyince ortam bir anda buz kesti.
Sungurlu bizlere, biz de birbirimize bakıp kalıverdik. “Kardeşim bunu bana değil emniyet müdürünüze sorun” dediğinde ise resmen yerin dibine girdik.
Utandık. Utandık çünkü aramızdaki bu cahil arkadaş yüzünden Bakan Sungurlu’ya Erzurum Basını olarak çok kötü bir imaj vermiş olduk. Zaten Sungurlu da bu diyaloğun ardından toplantıyı bitirdi…
Yıllar öncesinden kalma kötü anıyı anlattım çünkü son yıllarda (ne yazık ki) bu tipleri oldukça fazla görür olduk. Adabı muaşeretten uzak, cehaleti paçalarından süzülen, yaptığı işin öneminin zerrece farkında olmayan, tavrıyla, konuşmasıyla, üslubuyla alay konusu olan tipler hızla çoğaldı sektörümüzde…
Amip gibi çoğalıyorlar. Nereye, hangi toplantıya gitsek karşımıza çıkıyorlar. Bugün kamuoyunda basın hakkında olumsuz algılar oluşmasında da en büyük etken bu kişiler. Nerede alengirli bir iş varsa altından bunlar çıkıyor.
Para karşılığı haber yapmalar, tehditler, şantajlar vs...
Yemeli içmeli toplantıların baş misafirleri de onlar…
Ne yazdıkları okunuyor, ne konuştukları dinleniyor.
Ama yazacak bir mecraları var ya, adları ‘gazeteci’…
Bunların yanında bu işe yıllarını vermiş, hayatını bu mesleği icra ederek sürdürmüş veya sürdüren gerçek emekçilerin esamesi bile okunmuyor.
Niye?
Çünkü bunlarda ‘cahil cesareti’ var…
Öyle pervasız, öyle atılganlar ki, her yerde öne çıkıyorlar. Kendilerini pazarlamasını da iyi biliyorlar. Gerçek emekçiler bu nedenle arka planda kalıyor. Adamlar bir ‘hiç’ iken ve hiçbir şey yapmıyorken orta yerde ‘gazeteci’ diye salınırlarken gerçek emekçi sadece olanı biteni kahrolarak izlemekle yetiniyor. Bu tipler yüzünden ‘ben gazeteciyim’ bile diyemiyor ne yazık ki…
Bunlar sosyal medyayı da çok iyi kullanıyor. Her siyasetçiyle, her bürokratla veya STK temsilcisiyle çekildiği fotoğrafı sosyal medyada paylaşıp ‘piyasa’ yapıyorlar. En çok üzüldüğüm de toplumun, kamuoyunun bu kişileri ‘gazeteci’ diye kabul etmesi, itibar göstermesi.
İtibar gördükçe azıyorlar…
Azdıkça da güzelim mesleğimizi batırıyorlar. Bu işin gerçek emektarlarını karalıyorlar. Bunlar yüzünden bugün önüne gelen gazeteciye hakaret ediyor. Önüne gelen gazeteciye çamur atıyor. Bu kişiler yüzünden gazeteciliğin itibarı yerle yeksan oldu.
Bu güzelim mesleği 30 yılı aşkın süredir icra eden bir emektar olarak üzülüyorum. Bu kişiler yüzünden tanınmadığım, bilinmediğim yerlerde ‘gazeteciyim’ demeye imtina ediyorum.
İşin en kötü yanı da, bu kişilere yönelik bir yaptırımın olmaması. Maalesef isteyen istediği an ‘gazeteci’ olabiliyor bu ülkede. Bir haber portalı açman veya herhangi bir yerde iki satır yazı yazıyor olman yeterli ‘gazeteci’ sıfatı almak için.
Sektörümüzün ahvali budur vesselam…