Siyasette belki de en çok kullanılan argümanlardan biridir ‘eğitimde fırsat eşitliği’..
Peki uygulamada bu var mı? Yani gerçekten Türkiye’nin eğitim sisteminde bir fırsat eşitliğinden söz etmek mümkün mü?
Bunu irdelemek için önce ‘eğitimde fırsat eşitliği’ni basit bir şekilde tanımlayalım. Eğitimde fırsat eşitliği, yeteneği olan herkese, mali engelleri ortadan kaldırarak, eğitim hakkı vermektir ki bunu da ancak devlet yapabilir. Geçmişte eğitimin tamamının devlet tarafından organize edildiğini biliyoruz. Yetenekli olanlar parasız yatılı okullarda okuyordu. Köye, köylüye dönük, ‘Köy Enstitüleri’ vardı. Bu uygulamalar Demokrat Parti döneminde de bir süre devam etti. Ancak ne zamanki eğitim kısmen özelleştirildi, eğitimde devlet boşluğu ortaya çıktı. O zaman okumak hevesinde ve yeteneğinde olanlar ya maddi imkansızlıklar nedeniyle okuyamadı ya da çeşitli tarikat ve cemaatlerin kucağına düştü.
Aslında devletin eğitimde boşluk bırakması ve ‘paralı eğitim’ anlayışı, eğitim sistemini her türlü istismara açık hale getirdi. Siyasi iktidarlar ve özellikle 1980 ihtilalini yapanlar, eğitimde devleti fakirden alıp zengine veren bir düzen haline getirdi. Sonrasında da bu düzen maalesef daha da gelişerek devam ettirildi. Eğitim ve sağlık neredeyse tamamen özelleştirildi. Kamuda kalan kurumlar da ‘rekabet’ adına birer ticarethaneye dönüştürüldü. Örneğin şu sıralar tüm okullarda kayıt dönemi. Hemen her yıl olduğu gibi bu yıl da televizyonlarda, gazetelerde ‘kayıt parası’ haberlerini, öğrencinin bir yıllık maliyetine ilişkin hesapları, velilerin isyanlarını içeren haberler izliyor/okuyoruz…
Daha okul öncesi, eski ifadesiyle ana okulundan itibaren ailelerin önüne büyük bütçeler çıkıyor. Üstelik 8 yıl zorunlu eğitimin olduğu bir ülkede…
Yani devlet her aileye, ‘sen çocuğunu en az 8 yıl okutmak zorundasın, okutmazsan seni cezalandırırım’ diyor ama evine ekmek götürmekten aciz vatandaşa bu eğitim bütçesini nasıl karşılayacağını sormuyor.
Bir başka çifte standart da yüksek öğrenimde yaşanıyor. Geçtiğimiz yıllarda üniversite öğrencilerinin kabusu olan ‘harç bedeli’ni kaldırarak önemli bir hamle yapan devlet, ‘ikinci öğretim’ adı verilen sistemde okuyanlardan ise hala harç almaya devam ediyor. İkinci öğretimde okuyan öğrenciler sanki ‘özel üniversitede’ okuyormuş muamelesine tabi tutuluyor. Örneğin bu öğrencilere devletin yurtlarında yer verilmiyor. Yani hem harç parası ödüyor, hem devlet yurtları yerine özel yurt, ev ya da apartlarda kalabiliyor bu çocuklar. Sanki ikinci öğretimi bilhassa istemişler gibi. Oysa bu çocukların önemli bir bölümü ya tercih hatasından, ya puanları buna yettiği için ikinci öğretimde okumak zorunda kalıyor. Bu durumda kalan on binlerce veli de kapı kapı dolaşıp burs arıyor çocuklarını okutabilmek için…
Şimdi bu tabloya bakıp Türkiye’de ‘eğitimde fırsat eşitliği’ var diyebilir miyiz?
Elbette ki hayır.
Oldum olası hep şunu savunmuşumdur; Devlet dediğimiz olgu, eğitim, sağlık, iç ve dış güvenlik konularında varlığını göstermelidir. Bu konularda hiçbir vatandaş mali bir engelle karşılaşmadan hizmet alabilmelidir. Devlet bunun için vardır/olmalıdır. Devlet millet için vardır. Millet yaşamalı ki devlet yaşasın. Millet yaşamalı ki, işte son örnekte 15 Temmuz’da görüldüğü gibi devletin bekasını koruyabilsin…