Minibüs koridordaki birkaç kişilik boşluğun dışında tamamen dolu.
Trafikte ağır aksak ilerlerken yol kenarından kalkan bir eli görüp duruyor.
Binen, 75-80 yaşlarında bir amca.
Yorgun, beli bükük…
Yaşamın ağır yükü iki kat etmiş belli ki…
Kapı kenarından ve en öndeki bir yolcunun yardımıyla güçlükle biniyor arabaya. Sonra elinde, kucağında birçok poşet olan 50’li yaşlarda bir kadının oturduğu koltuğun yanına yanaşarak koridordaki o kalabalığın arasında ayakta durmaya çalışıyor. Araba dalgalı denizdeki ceviz kabuğu misali sallandıkça yaşlı amca yıkılmamak için büyük bir enerji harcıyor.
Araçta koltuklarda oturan genç bir hayli fazla ama hepsi hipnotize olmuş gibi ellerindeki cep telefonlarına kilitlenmiş durumda.
Başını kaldırıp bakan, amcanın halini gören yok…
Gören olsa da görmezden gelmeyi tercih ediyor…
Bir ara kulağında kulaklık, elinde cep telefonu, ağzında sakız olan genç bir kız şöyle bir göz ucu bakıyor. ‘Hah tamam şimdi kalkıp yer verecek’ diye ümitleniyorum ama nafile. Birkaç saniye içinde yeniden telefonuna dönüyor.
Yaşlı amca yorucu mücadelesine devam ederken yanında durduğu kadın daha fazla dayanamayıp yerinden kalkıyor. ‘Buyur amca sen otur’ diye yer gösterirken, “Belli ki gençler yerinden kalkmayacak” diye de sitem ediyor…
Amca mahcup. Oturmak istemiyor. ‘Kızım ben iyiyim sen otur’ diyor çünkü kadının birçok poşeti var. Ancak kadın da ısrarını sürdürüyor. ‘Poşetler ayağının dibinde kalsın, sen otur’ diyerek amcayı zorla oturtuyor koltuğa…
Bu anlattıklarım hikaye değil. Önceki gün birebir tanık oldum.
Önceki gün yani 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutladığımız gün…
Böyle bir günde tanık olduğum bu manzara haliyle aklıma şu soruyu getirdi; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yurdumu emanet ettiği, o çok güvendiği gençlik bu gençlik mi acaba?
Atatürk bugün yaşasaydı, toplumsal değerlerden uzak, büyüğünü, küçüğünü bilmeyen, kültüründen bihaber bu gençleri görseydi yine de ülkeyi onlara emanet eder miydi doğrusu merak ediyorum…
Sevgiyle kalın…