Gazeteci-Yazar Ahmet Altan’a, 2009 yılında dünyanın en prestijli basın ödüllerinden “Leipzig Özgürlük ve Medyanın Geleceği Ödülü” verilmişti.
Ödül töreninde, “Bu ödülün verilmeyeceği bir dünya yaratacağız” diyerek başlayan konuşmasına Altan, şöyle devam etmişti:
“Bütün canlılar gibi insanlar da vahşidirler.
Ancak insanları, diğer canlılardan ayıran iki önemli özellikleri bulunur.
Birincisi, bu vahşete kendi akıllarını ve bilinçlerini katıp, doğanın masum vahşetini, günahkâr bir kötülüğe çevirirler.
İkinci özellikleri ise bununla tam anlamıyla çelişir.
İnsanlar, zayıfların ve güçsüzlerin haksızlığa uğramasına karşı çıkan bir başka güdüye sahiptirler.
Buna vicdan deriz.
Bütün hayatımızı, bütün kişiliğimizi, bütün varlığımızı, doğuştan sahip olduğumuz bu özelliklerimizden hangisine sahip çıktığımız, hangisini besleyip büyüttüğümüz belirler.”
Evet, çok basit bir soruyu soralım kendimize şimdi.
Siz doğanın yani içgüdünüzün vahşi sesine mi kulak verenlerdensiniz, yoksa bu vahşi çağrıya karşılık vicdanın sesine kulak verenlerden misiniz?
Eğer birincisine kulak verenlerdenseniz savaşın, kanın, barutun, acının yanında;
İkincisine kulak veriyorsanız barışın, huzurun, zenginliğin ve kardeşliğin yanında yer alıyorsunuz demektir.
Ne yazık ki adeta kanla yoğrulmuş olan Anadolu toprakları, yüzlerce yıldır hep acının, kanın, silahın yanında olanlarca yönetilmiştir.
Uzun hava denilen bir türkü çeşidi vardır, bilirsiniz.
Bu türkü çeşidi dünyada sadece Doğu Anadolu insanına özgüdür.
Acısını, yaşanan kötülükleri, zulümleri, zalimleri, sönen ocakları, hasretlerini ve özlemlerini feryat edercesine uzun hava melodisiyle dile getirir.
Artık yetmedi mi bunca acı, bunca zulüm, bunca düşmanlık?
Siyasi çıkarların kışkırtıcılığını bitirip bu toprakları yediveren güllerle donatma zamanı gelmedi mi?
İnsani masumiyetin ifadesi olan, toplumsal vicdanı harekete geçirmek için daha ne bekliyorsunuz?
Silahların müzelerde sergilendiği, askere ve polise ihtiyaç duyulmayan bir dünyayı düşleyemiyor musunuz?
Böylece karnı tok, yarına güvenle bakan, geleceği ile ilgili hiçbir endişe taşımayan toplumların varlığını aklınıza getiremiyor musunuz?
Bilimin ve teknolojinin insanların öldürülmesi için değil, hayatın kalitesini artırmak için kullanıldığı anlayışın hâkim olduğu bir dünyayı yaratmanın bizim ellerimizde olduğunu görün artık…
Unutmayın, ne Gezi’deki insanlar sizlere düşman, ne de camide ibadet edenler sizlere düşman.
Her ikisi de bu toprakların, Anadolu’nun bedelleri ödenmiş vicdanıdır…
Hadi artık, sorgulayalım kendimizi…
Günahkâr kötülüklerden uzaklaşıp bütün bunları “düş” olmaktan çıkarmak bizim ellerimizde…