Salgın beni de vurdu. Haftasonu yatak-döşek yaptırdı. Pazartesi’ye kadar atarım umudundaydım ancak sabah neredeyse gözlerimi açamayacak hale getirdi. Gözlerim ancak akşam saat 21:00’de TRT ekranlarına kilitlenmem ile açıldı. “Yüryüzünün utancı” anonsu ile dibimizdeki Suriye’de üç yıldır neler yaşandığının en acı örnekleri suratıma “tokat gibi” çarparak, beni insanlığımdan utandırdı. Yaşadığım insanlık utancı bende ne hastalığın etkisini nede izini bıraktı. Vicdanım öyle bir sızladıki; Adeta antibiyotik etkisi yaptı.
Ah keşke yapmasaydı. Hastalık gelip, geçiyor da sevgili Antalyalılar, vicdanları yaralayan bu tür görüntüleri hafızadan silmek mümkün olmuyor. Meğer biz bugüne kadar neredeyse her gün izlediğimiz Suriye haberlerine “Bakar, kör” olmuşuz. Tıpkı 30 yıl boyunca Güneydoğu’da artık kanıksadığımız “şehit haberleri” gibi. Tıpkı yıllardır Irak’tan gelen ölüm haberlerine baktığımız gibi. Yıllarca yemek sofralarında ana haber bültenlerini izlerken, “vah vah” edip, bir saat sonra başka bir alemde dolaştığımız gibi.
“Yeryüzünün utancı” pazartesi akşamından itibaren, Suriye ile ilgili hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı, olmaması gerektiğini ortaya koydu. Ve bize çok önemli bir şeyi daha gösterdi. Sınır komşumuz olan Suriye ile bırakın bu özelliğinden dolayı, bırakın müslümanlıktan dolayı, sadece insanlık için hükümetin bugüne kadar yaptıklarının az bile olduğunu gösterdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın üç yıldır insanlık adına çırpınışlarının nedenini gözümüzün içine içine soktu.
Millet olarak, en azından milletin önemli bir kısmı olarak artık Suriye’ye “Bakar, kör” olmamamız gerektiğini gösterdi.
“Ateş düştüğü yeri yakar” derler. Bugüne kadar belki bir çoğumuz için öyleydi. Ancak pazartesi akşamı yayınlanan görüntüler eminimki bu milletin böğrüne bir bıçak gibi saplandı. Esed rejiminin de kalbine bir gümüş çivi olarak saplandı. Bu rejim için yolun sonu gelmiştir, gelmelidir. İnsanlık yeryüzünde bir kez daha böyle büyük bir utancın devam etmesine seyirci kalmamalıdır. Tüm dünya izlese bile, bu millet Erdoğan’ın mücadelesine 76 milyon olarak sahip çıkmalıdır. Destek vermelidir. O çocuklar, o anneler, o babalar, O İNSANLAR bizimdir. İnsan olan herkes meseleye böyle bakmalıdır. Bugüne kadar O KATİL ile poz vermekten, gidip fotoğraf çektirmekten, O’na destek vermekten çekinmeyenler de sanırım pazartesi akşamından itibaren “Biz ne yaptık” demiştir. Böyle söylemiş, böyle düşünmüş olmalarını umuyorum. Yoksa görünen oki; Gün gelecek bu insanlık katlinin baş aktörü Esed olsa bile, sorumluluğu bulunanların sayısı daha fazla olacaktır.
Uyanalım. Uyanmamışları da uyandıralım. Allah için, insanlık için, o çocukların sadece bir an bizim çocuklarımız olduğunu düşünelim. Ona göre tavır belirleyelim.
Suriye bu saatten sonra “iç siyaset meselesi” yapılamaz. Böyle yapanlar bu millete hesap veremez. Böyle yapanlar bu millete çeşitli taklalar ile hesap verse bile, ahret günü hesap veremez. İnsanlığın eli, iki yakalarında olur. Bunu akıllarından bir an bile çıkarmasınlar.
Türkiye bu katliamlar bitene kadar uluslar arası platformda mücadele etmelidir, edecektir. 76 milyon da buna destek vermelidir. Bunu başarabilirsek, işte o zaman o küçücük bedenlerin, o annelerin, o babaların, O İNSANLARIN umudu daha da artacaktır. Sonuç daha yakın olacaktır. Herkes bilmelidirki; 76 milyon bu meselede bir olursa, dünyanın bir çok ülkesinin “bakar, kör” olma şansı da kalmayacaktır. TÜRKİYE O KADAR BÜYÜK BİR ÜLKEDİR.