Toplumsal Yozlaşma; kısaca, bir toplumun kültürünün, başka bir toplum kültürüyle bütünleşmesi sonucu, kendi kültüründe farklılıklara gitmesi, kültürünü değiştirmesi ve bunun sonucunda daha da ileri giderek tamamen kültürel yıkıma uğraması olarak tarif edilebilir.
Gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerde özellikle büyük şehirlerde insanlar ekonomik refahlıkları ve yaşam tarzlarıyla toplumun geri kalanından daha farklı bir biçimde hayatlarını sürdürmeyi tercih eder. Özellikle medya yolu ile verilen taklitçi yaklaşımlar insanları kendi kültürel alışkanlıklarından ve yaşam tarzlarından uzaklaştırarak kendi kültürü içinde yabancılaşmaya kadar götürecek sorunlara yol açar. Bu da tam anlamıyla bir sömürge toplum düşüncesi olarak ortaya çıkar.
Bu toplumsal yıkım çalışmaları özellikle batının üçüncü dünya ülkeleri üzerinde kullandığı önemli yöntemlerin başında gelir. Şehir yaşamının verdiği tekdüze hayat içerisindeki toplumlara TV, İnternet vb. kitle iletişim araçları ile batının ‘sözde dillere destan’ yaşam standartları, refah içerisinde mutlu yaşam görüntüleri müthiş bir toplum mühendisliği örneği ile enjekte edilir yavaş yavaş. Amaç bellidir; Kültürsüz bir toplum oluşturmak..
Halkın kendi yaşadığı toplum içerisinde bir yabancıya dönüşmesi için ellerindeki tüm imkanları mükemmel bir şekilde kullanırlar ve sonunda bireysel yozlaşma bir anda toplumsal yozlaşmaya dönüşüverir.
Tıpkı ülkemizde olduğu gibi…
Örnekleri çok. Geçmişte insanlığın erdemleri olarak kabul edilen doğruluk, dürüstlük, iyi insan olma, yardımseverlik, kadirşinaslık gibi hasletler günümüzde artık bir anlam ifade etmiyor mesela. Dürüst insanlar ‘beceriksiz’, yardımsever, kadirşinas insanlar ise ‘aptal’ olmakla itham ediliyor maalesef. Çalan, çırpan, insanları dolandırarak servetine servet katanlar ise ‘iş bilen’ olarak alkışlanıyor…
Sözüm ona ‘hizmet’ gayesiyle başına geçtiği Oda’yı maddi ve manevi ikbal kapısı yapan başkanlar, temsil ettiği kurumların mali kaynaklarını şahsi servetlerine dahil edenler, trilyonları buharlaştıranlar, hakkında onlarca dava açılan ve bu nedenle başkanlığı kaybedenler, bir bakıyorsunuz kısa bir süre sonra bu kez daha çok oyla yeniden başkan seçilmiş…
Keza bir diğeri, şahsi işlerini batırdıktan sonra ‘kurtuluş’ olarak gördüğü Oda başkanlığına yeniden dönmüş. Ne temsil ettiği Oda’ya, ne üyelere zerre kadar faydası yok. Oda’nın kaynaklarını şahsi malı gibi kullandığı gibi icrai rezaletleriyle de herkesin nefretini kazanmış ama adam hala görevinin başında. Üstelik bırakmasını istemeyen de yönetim ve bazı üyeler!..
Yani bu yozlaşma değil de nedir?
Sadece meslek odalarında mı bu durum? Hayatın her alanında benzer örnekler var. Siyaset de böyle değil mi? Yıllarca ‘Zübük’ siyasetçiler görmedik mi? Seçilmek için harcadıkları trilyonları seçildikten sonra kat kat fazlasıyla milletin sırtından çıkaran siyasetçiler az mı? Hep yakındık, söylendik ama bu kişileri kendi aramızdan bizler seçip göndermedik mi?
Bu toplumsal yozlaşma değil de nedir öyleyse?.
Demem o ki, bu işin düzelmesinin tek yolu önce bireysel olarak düzelmemizden geçiyor. Önce birey olarak öz benliğimize yeniden kavuşacağız ki, toplum da düzelsin. Kaybettiğimiz ‘insani’ değerlere yeniden kavuştuğumuz gün ancak zübük siyasetçilerden, hırsız, yalancı, dolandırıcı oda başkanlarından kurtulabiliriz…
Sağlıcakla kalın…