90 Yıl önce, Almanya.
Büyük Savaştan yenilgi ile çıkan Almanya’da işler hiç de yolunda gitmiyordu. Önce ödemek zorunda oldukları ağır savaş tazminatı devletin parasını pul yapmıştı. Şaka değil Almanya’da ‘trilyonluk’ banknot basılmıştı o günlerde. Kurulduklarından beri devleti ve milleti bir arada tutan ne kadar kutsal varsa hepsi çöpe atılmıştı. (1870’te Alman imparatorluğu kurulmuştu.)
Artık Kayzer falan yoktu, iktidar sandalyeleri ne yapacaklarını bilemeyen bir politikacı güruhuna terk edilmişti. Bir kısmı Monarşi geri gelsin derdindeydi, bir kısmı Sovyetlerde olduğu gibi Komünizm kurulsun istiyordu. Diğerleri askeri dikta en iyisi diyordu.
Oysa Aslan Sosyal Demokratlar ülkedeki en kıdemli ve etkili siyasi oluşumdu. Önlerinde tarihi bir fırsat duruyordu. Diğer siyasi yapıların tümünün sahip olduğundan daha fazla tecrübeleri vardı. Ama çoğu zaman olduğu gibi onlar da kendi aralarında ‘en güzel kızı ben kaptım’, ‘en iyi gitarı ben çaldım’ derdindeydiler.
Komünistler, ‘Sovyet devrimi ‘yapacağız diyerek ülkedeki muhafazakar yapıyı ürküten işlere kalkınca ülke karışacaktı. Bu sefer Sağcılar ‘ulan bizim elimiz armut mu topluyor’ diyerek iki darbe teşebbüsünde bulunmuşlar, işçi sendikalarının uyanık davranıp genel grev ilan etmeleri sayesinde başarılı olamamışlardı.
Öyle böyle derken kenarda sinmiş bir başka adam fırsatını kolluyordu. Madem Aslan Sosyal Demokratlar ellerindeki şansı kullanamamışlardı.
O deneyecekti.
Üstelik Alman vatandaşı bile değildi. Avusturya doğumluydu.
Nitekim yıl 1932’ye gelip dayandığında Adolf Hitler, Alman politika yapıcılarının en önde gelenlerinden biri olacaktı.
Gün öyle bir gündü ki Alman Meclisinin hiçbir kıymeti harbiyesi kalmamış gibiydi, halk nazarında tüm partiler birer menfaat örgütü olarak görünüyordu.
Adolf meseleyi çözmüştü; meclis falan gibi üst siyasi elit yapılarda bu iş olmazdı. Doğrudan sokağa hakim olmalıydı.
Böylece ortaya ‘Kahverengi gömlekliler’ olarak da bilinen SA çıkacaktı (STRUM ABTEULİNG= SALDIRI BİRLİKLERİ)
Bu adamlar oradan buradan toplanan, üstün körü eğitilen, karınları doyurulan (çok önemli!!) ceplerine üç-beş mark harçlık konan serseri tayfasından başka bir şey değillerdi. Ama bir özellikleri daha vardı ki diğer bütün avantalara beş basıyordu.
Adamlar birbirine ve hele ‘birine’ ölesiye sadıktı.
O günlerde sokaklar Komünistler ve bunlar arasında kanlı kapışmalara sahne oluyor bu durum da huzur ve güven içinde yaşamak isteyen ahalinin canını sıkıyordu.
Bir takvim yılı içinde beş seçim görecekler ve hala ufukta kurtuluşu göremeyeceklerdi. SA denen bu ‘asabi çocuklar’ memleketin kabusu haline dönüşmüştü. Sayıları iki milyonu geçiyordu, hepsi silahlıydı. Ne kadar suç işleseler de onları tutuklayacak bir güç ortada yoktu. Bütün bu kargaşa içinde Adolf bir şekilde başbakan olmayı becermişti.
Ama Tanrı insanı durduk yerde Alman yaratmıyordu. Sistemin iki önemli emniyet vanası vardı: Cumhurbaşkanı ve Ordu.
Her iki devlet organı Hitlere zılgıtı geçecekti. ’Ya bu duruma bir son verirdi ya da onlar askeri idare ilan ederdi.’
25 Haziran 1934 günü Orduya alarm verilmişti. Birlikler silah başı vaziyetinde kışlalarında bekletiliyordu.
Adolf meseleyi kavramıştı; SA gidecekti.
30 Haziran gecesi başlatılan ve 5 Temmuz gününe kadar süren bu zaman içinde kaç kişinin öldürüldüğü hala bilinmiyor. Ama sayının bin üzeri olduğundan kimse şüphe etmiyor (bin üstünde de, kaç bin üstünde o da ayrı.)
Mahkeme falan Hak getire..
O geceyi tarih ‘Uzun Bıçaklar Gecesi’ olarak anar.
Ya işte böyle Aslan Sosyal Demokratlar: ‘Sinek ile örümcek arasında pazarlık olmaz!’