Birkaç gündür sahada dolaştım.
Kahvehanelere, çay ocaklarına uğradım, sohbet ettim insanlarla…
Ama hani derler ya “bir dokun, bin ah işit” diye, işte öyle bir durumla karşılaştım.
Derdim, önümüzdeki seçim için halkın ne düşündüğünü sormaktı ama inanın çoğu yerde bunu soramadım…
Yeni tanıdığım insanlar olduğu için doğrudan seçimi kimler alır diye sorsam kuşkuyla bakacaklarını bildiğimden önce peşrev sorularla sohbeti açmak istedim.
Lakin insanlar öylesine dolu ki peşrevden öte gidemedim kimi yerlerde.
Sohbetlerimde iki olgu öne çıktı…
Birincisi, geçim kaygısı…
İkincisi gelecek kaygısı…
Yaş ortalaması 50 ve üzerinde ve emekli olanların derdi geçim kaygısıyken, yaş ortalaması 30 ve altında olan işsizler ise “ne olacak halim” düşüncesindeler…
Bir çay ocağında yanımdaki kürsü denilen oturak biçimindeki masanın önünde oturan genç dikkatimi çekti, sohbeti elindeki telefondan açtım ve yaklaşık 4'er bardak çay içimi konuştuk.
Tam bir dert yüküydü.
“Abi ben Süleyman Demirel Üniversitesi İşletme Bölümü mezunuyum… Buraya gelen gençlerin hemen hepsi üniversite mezunu ama hepimiz işsiziz… Artık babamdan para istemeye utanıyorum ama sağ olsun, o her sabah yatağımın kenarına harçlığımı bırakıyor. Ama nereye kadar?”
Sohbetimize iki genç daha katıldı.
Onlar da üniversite mezunu…
Sıksalar taşın suyunu çıkaracak kadar güçlü, pırıl pırıl, zeki gençler…
Hepsi de yurtdışına gitmek için bir bağlantı arıyorlar…
“Abi, elin diyarlarını çok sevdiğimiz için gitmek düşüncesinde değiliz.
Ülkemiz bizlere sahip çıkmadığı için çıkış yolu arıyoruz.”
Siyaset kurumundan inanın çok ağır küfürlerle söz ediyorlar…
Yani, siyaset kurumunun önlerini açacaklarına dair en küçük bir umutları yok…
Yerel seçimle hiç ilgilenmiyorlar…
Bakışları çok farklı…
“Abi kim belediye başkanı olursa olsun ne fark edecek. Hepsi de çöpleri topluyor, otobüsleri işletiyor, yolları yapıyor, arada sırada konserler düzenliyor… Ne farkları var. Oysa bizim hayatımıza dokunacak birilerinin olmasını isterdik. Hangi partili oldukları hiç önemli değil. Bizi bu çay ocağının önünden kaldırabiliyorlar mı, babamızın harçlık vermesine son verebiliyorlar mı? Mutlu bir aile kurmamızın önünü açabiliyorlar mı? Bunların hiçbir olmayacağına göre seçim gelmiş neyime…”
Bu sözleri duyduktan sonra yüzlerine bakmaya utandım…
Biz yaşları ilerlemiş olanlar,
Biz okumuş/yazmış ve geçmişte bugünün Türkiye’sinin kurulmasına emek vermiş olanlar,
Yüzlerce siyasetçi ve devlet adamları…
Bu gençlerin bugününü bizler kurduk ve suçluyuz…
Kalktım ve utancımdan gözlerine bakamadan vedalaşıp ayrıldım…