12 Eylül Darbe rejiminin geliştirdiği bir kavram var:
Sivil toplum örgütleri…
12 Eylül’ün faşist ruhunu izole etmek amacıyla oluşturulan bu kavram, o günlerde batı kamuoyuna “bakın ben askeri darbe yaptım ama sonrasında tamamen sivil yapıya döndüm” demek için geliştirdiği bir kavramdır.
Yani “zarfı sivil, mazrufu militarist” olan bir devlet yapısıdır söz konusu olan…
Sivil giyinimli ama kafaları üniformalı olan bu kadroların kurdukları “yarı resmi” yapılar, giderek yaygınlaştı ve 12 Eylül öncesinin “demokratik kitle örgütlerinin” yerini aldı.
Gerçek anlamda sivil hayatı temsil eden demokratik kitle örgütleri de çeşitli yasalarla ya kapatıldı (DİSK, TÖB-DER, MEM-DER vs…) ya da yasal konumları son derece “güdük” hale getirildi.
Sonuçta toplumun demokratik taleplerini seslendirmekte sözüm ona “sivil toplum örgütü” denen 12 Eylül ürünü, muvazaalı yapıların eline kaldı.
1990’lı yılların başlarında SHP-DYP Koalisyon Hükümeti döneminde kapatılan demokratik kitle örgütleri yeniden açıldı…
Ancak gerek eski deneyimli kadroların yitirilmiş olması, gerekse bu örgütlerin gelişmesinin önünde engel teşkil eden yasaların mevcudiyeti ve gerekse iktidarın DİSK ve KESK üzerindeki baskıları sonucunda hala istenen düzeyde “toplumsal baskı aracı” olduklarını söylemek mümkün değil…
Buna bir de AK Parti’nin “arka bahçesi” konumuna getirdiği sendikaların baskılarla öne çıkarılmasını da eklemek gerek.
Yani toplumsal muhalefetin özgürlük ve sosyo-ekonomik taleplerini seslendirmek yerine AK Parti iktidarının sözcülüğüne soyunan çeşitli, sarıdan da öte sendikaların baskılarla üye çoğunluğunu ellerinde tutmaları, gerçek anlamda toplumsal muhalefeti üstlenecek olan DİSK ve KESK’in önüne konulan bir başka engeldir.
Örgütlü toplum olmanın önemini 12 Eylül öncesi solun örgütlenme deneyimlerinden faydalanan İslami kesim ve radikal İslamcı gruplar, toplumun yoksul kesimini oluşturan ve emeği ile geçinen kişilerin oluşturduğu cemaatler, camiler ve Kuran kurslarında örgütlenip ciddi anlamda “toplumsal muhalefeti” kucaklamış ve bunu siyasal alana kanalize edebilmişlerdir…
AK Parti’nin, kurulduktan 8 ay sonra iktidara gelmesi ve 20 yılı aşkın bu iktidarı sürdürmesi, hem hükümet edip hem de –bir anlamda- “toplumsal muhalefeti” temsil etmesi sadece Anadolu sermayesinin desteği ile değil, cemaatler, camiler ve Kuran kurslarında örgütlenen “kitle örgütleri” sayesinde olmuştur
Erdoğan’ın en zayıf olduğu dönemde bile son cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması, muhalefetin güven vermemesi bir yana, toplumsal alanda sözünü ettiğim örgütlenmelerinin sonucudur.
Solun geçmişte başardığını, bu kez İslami kesim başarmıştır.
CHP, ana muhalefet partisidir.
Yani bir adım sonrasında iktidara gelecek bir partidir.
Kısa süre sonra Kurultay yapacaktır.
Bu nedenle kör-topal olsa da, ağı-aksak yürüse de, toplumsal muhalefeti yeteri kadar toparlayamasa da mevcut “demokratik kitle örgütleri” ile daha sıcak bağlar kurabilmelidir.
Başta DİSK ve KESK olmak üzere diğer demokratik kitle örgütlerine -arka bahçe gözü ile bakmadan- enerjisinden daha çok faydalanabilme yollarını bulmalıdır.
Harikasın Mehmet Kardeş.