Bundan 50 yıl önce havamız da, suyumuz da, toprağımız da görece de olsa temizdi.
Ancak siyaset kurumunun tüketim ekonomisinin kışkırtılmasıyla beraber toplumun
taleplerinin yükselmesi ile “kirlenme” başladı.
Kirli siyaset, kirli insan türünü yarattı…
Böylece kanaatkar insandan, açgözlü, haris, muhteris, doymak bilmeyen, emeğine
yabancılaşmış insan türüne devşirildi toplum.
Ruhu kirlenen insanın vicdanı da ayar tutmaz hale geldi.
Bakın 2 Temmuz 1993 Madımak katlimında hayatını kaybeden şair “Metin Altıok” bir
yazısında şunları söylüyor…
“Kirlenme sorunu bireysel olmaktan çok toplumsal bir düzen kirliliği olarak
çıkmaktadır karşımıza.
İşte bu düzen kirliliği, içindeki insanı da kirletmektedir.
Emeğin değil paranın para kazandığı, dürüstlüğün değil sahtekarlığın prim yaptığı bir
düzende, insandan saf ve temiz kalması beklenemez.
Çünkü her şeyden önce, karnını bile doyuramayan, emeğine yabancılaşan insana
kirlenmekten başka yol kalmamaktır.”
Siyaset kurumu tek adam düzenine geçtikten sonra emeği ile yaşayan insanların refahını değil,
“aç kalmamasını” sağlayan bir anlayışla yönetmeye başladı ülkeyi.
Hamasi propagandalarla da aç kalmamaya çalışan insanların ruhunu teslim aldı.
Hırsızlıkları ayyuka çıktığında ve artık saklanamaz hale geldiğinde bile ruhu ve vicdanı
kirlenen, yarı aç gezen insanlar “çalıyorlar ama çalışıyorlar” diyebilecek kadar
körleştirildiler.
Hatta biraz daha ileri giderek “bu ülkeyi yöneten her parti çaldı, bunlar da çalısın, ne var
bunda” diyerek hırsızlığı meşrulaştırdı bu insanlar…
Kirli siyaset, kirli bir toplum yaratınca hayatın her alanında yaşanan kirlenmeler sıradan,
alışılmış, olağan bir hale geldi…
Ayıplama ve ayıplanmaktan korkma gibi ahlak duygusu ortadan kalktı…
Belediye başkanlığı, milletvekliğinin para il alınıp-satılır hale gelmesi…
Otellerin ve teknelerin denizleri kirletmesi ile yaşanan balık popülasyonundaki azalma…
Maden arama uğruna ormanlarımızın, akarsularımızın ve su kaynaklarımızın kirlenmesi,
Karapara aklanması, uyuşturucu trafiğinin yoğunlaşması, vergi sisteminin halka yüklenmesi,
merdiven altı bankacılık sistemi ve rüşvet ile ekonominin kirlenmesi…
Şike ve bahis sistemiyle spor dünyasının kirlenmesi,
Milyonlarca yabancı mülteciye kucak açarak kendi kültürünün ve sanatının ve hatta aile
hayatının kirlenmesi…
Ve sayacağımız her kirlenme artık olağan, olabilir hale geldi…
Tabii bütün bunlardan daha kötüsü ve vahim olanı ise;
Her türden kirlenmeye itiraz edenlere “sizler uzaydan mı geldiniz” şeklinde bakılması ve
normalin dışında görülmesidir.
En acınacak durumsa; siyasette ya da herhangi bir alanda normali yapan ve bunu savunanları
şiddetle alkışlar olduk…
Yani normali alkışlıyoruz…
Çünkü önümüze sadece kirlenme seçeneğinden başka bir yol bırakmıyor siyaset kurumu…
Ruhumuzu kirleten, vicdanımızı esir alanlardan bir an önce kurtulmak gerek…
Yoksa toplumsal felaket çok uzakta değil…