Geçen hafta sonu Antalya’ya gelen ve rüzgar estirip giden CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Meclis’te Bakan Mehmet Şimşek’e anlattığı bir fıkra var.
Şöyle anlattı Özel fıkrayı…
Temel’le Dursun karşılaşmışlar…
“Ne o Temel, suratın neden asık?”
“Arabamı satamıyorum. 20 yaşında ve 200 bin km olduğu için kimse almıyor”
Aradan zaman geçer ve Temel arabasını tamirciye götürür kilometresini 20 bine düşürür.
Keyfi yerine gelmiştir Temel’in ve yine Dursun’la karşılaşırlar.
“Ula uşağım, arabanı sattın herhalde, keyfin yerinde bakıyurum”
Temel gülerek,
“Ula uşağım kilometreyi değiştirdim şimdi 20 binde.
Hiç bu kadar yıpranmamış araba satılır mı?”
CHP şu anda Temel’in arabası gibi…
Değişim adı altında bir mücadele yürüttüler ve Kurultay’da kazandılar.
Ne demişti Kurultay’da Özel,
“Eski kadroları Parti Meclisine, MYK’ya almayacağız. Değişiyoruz, gençleşiyoruz…”
Allah’ı var, doğru da dedi ve hiçbir eski, birkaç dönem milletvekilliği yapmış kimseyi ne Parti Meclisine aldı, ne de MYK’ya…
Peki nasıl oluyor da eski denen bu kadroların Genel Merkezde birer odası ve sekreteryası var?
Neden belediye başkanlığına aday olanlar Ankara’ya, İstanbul’a gidip bu “eski” kadroların peşinde dolaşıyor?
Ve neden yerel yönetimler için oluşturulan komisyonda hep bu eski vekiller var?
Temel’in arabası gibi kilometreyi düşürüp kaportasına makyaj yaparak ve eskimiş yıpranmış parçalarla devam etmenin adı CHP’yi değiştirdik olamaz.
***
Hadi gelin bir fıkranın daha belini kıralım.
Alay komutanı tabur komutanlarını çağırmış, emir vermiş:
-Yarın güneş tutulacak. Eratı eğitim sahasında toplayın.
Tutulmayı ben anlatacağım.
Yağmur yağarsa bir şey göremeyiz. O zaman eratı dershaneye götürürsünüz, tutulmayı siz anlatırsınız!
Tabur komutanı bölük komutanlarını çağırıp emri tekrarlamış:
-Albayın emri ile yarın güneş tutulacak. Yağmur yağarsa görülmez. O zaman tutulmayı dershanede ben yapacağım.
Bölük komutanı, takım komutanlarını çağırıp emri tekrarlamış:
-Yarın hava güzel olursa Albayın emri ile güneş tutulacak. Ancak yağmur yağarsa, kapalı salonda tutulmayı binbaşı yapacak.
Takım komutanı teğmen, başçavuşu çağırmış:
-Yarın hava iyi ise Albay, hava kötü ise Binbaşı tutuklamaları yapacaklar.
Başçavuş da erleri toplamış:
-Yarın albayı tutuklayacağız. O yoksa kapalı salonda binbaşıyı tutacağız.
Ve akşam erler aralarında konuşuyorlar:
-Ulan helâl olsun bizim başçavuşa! Yarın hava kötüyse binbaşıyı tutuklayacak. Albayı da çağırmış ki görsün diye.
Bu fıkra bana Türkiye'nin uluslararası ve kendi kurumlarımız arasındaki diyaloğları hatırlatıyor nedense.
Anayasa Mahkemesinin Can Atalay ile verdiği hak ihlali kararını Yargıtay, Can Atalay hükümlüdür diye okuyor.
İşin daha da vahimi Cumhurbaşkanı da bu yanlış okumaların meydana getirdiği karışıklığa bakarak “ben hakemim” diye okuyor.
Abi kalemine sağlık