Bir su yılı denebilirdi geldi geçti
Üstünde durmuyorum.
Terledim, bulanık baktım.
Ne varsa kendiliğindendi
Hemen hemen evden çıkmadım.
Sanki avuçlarımda sürekli
Yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvenin ellenmişliği,
Ola ki makyajı bir oyuncunun, karışmış gözyaşlarına
Yeni kireçlenmiş bir duvarın kireci
Avuçlarımda sürekli..
Bir su yılı denebilirdi üstünde durmuyorum
Kalmışsa kalmıştır bir çomak gibi
Kuru
Artık kullanılmayan bir demiryolu
Kararmış, kırık dökük
Üstünde bir yük vagonu.
Mavi bir araba kapımın önünde
Bütün yıl
Bir su yılı
Kapısını kimse açmadı
Açıp kapamadı hiç kimse
Aslında mavi de sayılmazdı pek
Balkıyıp duruyordu kırmızı bir şakayığın renginde
Yani sabah güneşlerini denizde
Günbatımını denizde
Severek yaşayan bir balık da denebilirdi ona
Çünkü düşler gerçekle
Gerçekler düşle
Anlayınca bir gün buluştuğunu
Geçirir her günceye kısa bir yolculuğu
Ama bir takı eksik gibidir bir sözcükte
Damağın dudağın alışkanlığına karşı
Kalbin atışlarıyla çok uyumlu bir de.
Hadi anlat deseler anlatamam
Bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi
Yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi
Nedir ben bilemem ki
Belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri
En yakın yeri
En uzak yeri
Bitmeyen yeri
Bitecek yeri
Farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın
Anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri.
Gözlerim sevdim seni
Köklerim gözlerimin
Suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi..
Az önce kızım Edip Cansever’in bu şiirini bana okudu. “Sanki bu günkü bu yaşadıklarımızı anlatıyor” dedi. Bunu bana okurken beyaz bir güvercin çizmekteydim ve Edip Cansever’i hep çok sevmişimdir. Evet “Bir su yılı denebilirdi geldi geçti.” Biz de bir gün böyle diyeceğiz elbette. Bu yaşanılan zor ve acı günler de geçecek.
Bu akşamüzeri yürüyüşten dönerken kulağımda, Kıraç’ın sesinden “Oysa bir umuttu” şarkısını dinlerken imgemde de bir görsel oluştu. Gidince hemen unutmadan çizmeliyim diye düşündüm…İmgemde oluşan bu görsel bu..
Gün ki yaşananları anlatan şöyle bir görseldi: Sokakta insanlar birer silüet, sağlı sollu yolun her iki yanında iki sıra olan ağaçlar çiçek açmış, bahara bezenmiş, rengarenk ağaçlar ve kuş sesleri…Ve her şey böyle altüst olmuşken, sokaklar terk edilmiş bir virane gibi, sanki bir bilim kurgu filminin içinden fırlamış hissi verirken insana, yaşadığımızın gerçek bir yaşam ve şu anda olduğuna bizi inandıran tek şey, bizi silkeleyip kendimize getiren, dışarıdaki bahardan başkası değil. Yüzümüzü yalayıp geçen meltemiyle, cıvıl cıvıl kuş sesleriyle, mis gibi kokan çiçekleriyle, minik bir kız çocuğunun elbisesindeki çiçekli fistanı gibi bahçeler bir de. Nasıl da gerçek, rengarenk ve gürül gürül akan hayat…Biz sokaklarda olmasak da doğa gürül gürül bir şelale gibi akıyor her yanda. Ve bu da gerçek umut tohumları ekiyor insanın ruhuna.
Evde kalalım ve önümüzdeki günlerde biz de doğaya karışalım. Bir su yılıydı geldi geçti…