Çocukken sırtında pelerini ve süper güçleri olan bir kahraman olmak isterdim. Pelerinimi savuracak, ellerimi belime koyacak, zaman zaman binaların tepesinden uçacak ve benzersiz güçlerimle kötülere karşı koyacaktım. Dünyayı kötülükten kurtarmaya hazır, güçlü ve benzersiz biri olacaktım. Kimdi bu kötüler? Hırsızlar, yalancılar, dolandırıcılar, hayvanlara ve insanlara eziyet edenler, ödevini unuttuğu için ceza veren öğretmenler ve cadılar. Evet henüz masal dinlediğim yaşlardı ne de olsa. Masalların içindeki cadılar kafamın da içindeydi. Gel zaman git zaman yetişkin olarak olgunlaştıkça, süper kahraman olmanın ne anlama geldiğine dair anlayışım önemli ölçüde değişirken gerçek kötülerin kimler olduğunu da hayat birçok deneyimle öğretmeye başladı bana. Süper güçlere eşdeğer olan kendi yetenek ve becerilerimizle doğduğumuzu da bu deneyimlerden öğrenmiş oldum.
Kötülerle ve kötülükle ilk tanıştığımda bu dünyada yanlış insanlarla tanışan tek kişi benmişim gibi geldi. Bile isteye bir başkasını kızdırmaya ve üzmeye çalışan insanlar tanıdım, bundan büyük zevk aldıklarına şahit oldum. Alıcı, açgözlü, doymayan insanlarla tanıştım. Çevresindekileri tüketen bu insanlar dipsiz kuyu gibiydiler. Daha sonra dünyada iyi olanlardan çok daha fazla kötü insan olduğuna inandım. Kendilerine karşı açgözlülükleri ve diğer insanlara karşı dikkatsizlikleriyle zarar veren insanlardan korkuyla kaçmaya çabaladım. Bir dizi mücadele içeren deneyim yaşadıktan sonra mağduriyet modundan çıkmaya başladım. Yapabileceğim en iyi şeyi yaptım onları tamamen görmezden geldim ve beni neyin daha iyi yapacağına odaklandım. Kötü insanları sürekli parmakla göstermek fayda sağlamıyordu onları görmeyi ve göstermeyi bıraktım. Kötülük onların seçimi olabilirdi bu şekilde kendi güvensizliklerini maskelemek istediklerini farketmiştim. Diğer insanların davranışları yüzünden iç huzurumu kaybetmem gerekmiyordu. Üstelik o yanlış insanlar her seferinde beni doğru insanlara ulaştırıyordu. Doğrunun iyiliğin ve yeniden yapılanmanın önemini öğreniyordum. Senaryoya nasıl baktığımız da çok önemliydi.
Bir hikaye vardır bilir misiniz?
İki adam bir Zen ustasını ziyaret etmişler
İlk adam “Bu köye taşınmayı düşünüyorum. Burası nasıl bir yer?" diye sormuş. Zen ustası "Eski köyün nasıldı?" diye soruya soruyla yanıt vermiş. İlk adam cevap vermiş: “Korkunçtu. Herkes nefret doluydu.” Zen ustası şöyle demiş: “Bu köy de hemen hemen aynı. Bence buraya taşınmamalısın."
Birinci adam gitmiş ve ikinci adam gelmiş. “Bu köye taşınmayı düşünüyorum. Nasıl bir yer burası?" diye sormuş. Zen ustası ona da "Eski köyün nasıldı?" demiş. İkinci adam cevap vermiş: “Harikaydı. Herkes arkadaş canlısıydı sıcaktı samimiydi ve ben çok mutluydum. Şimdi sadece bir değişiklik istiyorum.” Zen ustası şöyle demiş: “Bu köy de hemen hemen aynı. Bence burayı da çok seveceksin.”
Bir çürük elma bütün salkımı bozabilir ama bizim bakış açımız da çok önemlidir. Zamanımızı ve enerjimizi neye odakladığımızı farketmeliyiz. Dünyayı her zaman istediğimiz gibi değiştiremeyeceğimizi ama kendimiz üzerinde çalışarak dünyayı daha iyi bir yer haline getirebileceğimizi bilmeliyiz. İyiliklere, iyi insanlara, pozitif enerjiye, değerli olana odaklanmalıyız. Acıklı hikayeleri çoğaltmaya çalışır ve sadece şikayet edersek kendimizi karanlığa çekeriz. Öğrenilmesi gereken dersleri aldıktan sonra hayatımızın içinde olması gereken veya olmaması gereken insanları ayırmayı da öğrenmiş olacağız.
"Yanlış insanlar aslında bir zaman kaybı değildir; doğru insanları bulmak için bir fırsattır."
Harikasınız Ebru hanım yine ufkumuzu açtınız
Her yaşantı veya her yaşanılandan bir şeyler öğrenmek için geliyor başımıza mutluluklar da mutsuzluklar da. Hakikati gören gözlere sahip olmakta hüner. Bunun için de çaba gerekiyor. Öncelikle dünya yıkılmış da altında bir tek biz kalmışız modundan çıkmakla başlıyor her şey. Kalemine sağlık Ebrum
Kaleminiz hiç durmasın.