Türkiye’de eğitim sistemi hep tartışılagelmiş, tartışılmaya devam etmekte ve bundan sonra da böyle devam edecektir. Birkaç kişiye bağlı kalmadan istişarelerle karara bağlanan tartışmalar, eğitimimizi illaki doğru hedeflere götürecektir. Eksik kaldığı yerlerde yeni düzenlemeler kaçınılmazdır.
Mevcut eğitim sistemimizde bazı kararlar alınır, hemen uygulamaya konulur. Alınan kararların etkisini tam göremeden yeni kararlar hayata geçirilir. Sonra bir yenisi daha diye bu tekrar devam ediyor.
Üniversitelerimiz de bu işleyiş tarzından nasibini alıyor. Ayrıca, yerinde yönetim diye üniversitelere bazı önemli kararların bırakılması, her şeyin güzel olduğu anlamına da gelmiyor.
Üniversitelerimizde bilimsellik denilince, en önemli gösterge olarak SCI (Science Citation Index) kapsamında dergilerdeki yayınlar akla geliyor.
Akademisyenlerin profesörlük aşamasına kadar çok önemli birkaç adımı geçmeleri gerekiyor. Bunlardan en önemlisi doktora aşaması. İyi bir doktora tezinin hazırlanması en temel aşama olarak bilinir. Bu sürecin ülkemiz genelinde istenildiği gibi gittiğini söyleyemeyiz. Bu arada ülke stratejisi olarak yüksek lisans ve doktora mezunlarının artmasını hedefliyoruz.
Akademisyenliğin en önemli aşamalarından bir diğeri de doçentlik ünvanının alınmasıdır. Doçent olabilmenin kriterlerini Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) belirliyor.
ÜAK’ın kriterleri de her daim tartışılıyor. Şaibeli dergi tartışması bunlardan birisi. Bu konuda alınan kararlar kafa karışıklığı oluşturmaya devam ediyor. Resmi olarak kabul ettiğimiz Web of Science (WOS)’da taranan dergileri “şaibe” ile tanımlamak ülkemiz adına şık değildir. Buna başka bir kavram bulunmalıdır. Bugüne kadar tartışmalı kararları alanların yeniden karar almalarına itirazım var. Doğru karar alabilselerdi bu tartışmalar yaşanmazdı.
Ancak ne olursa olsun en üst kurulun aldığı kararlar bağlayıcıdır. ÜAK’ın sadece doçentlik değil, bütün üniversitelerdeki atama ve yükseltme kriterlerini belirlemesinin en doğru yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Üniversitelere bırakıldığında kişilerin hırsları ön plana çıkabiliyor.
ÜAK tarafından doçentlik kriterleri belirlenirken çok önceleri SCI yayın kriterleri daha baskındı. Son yıllarda kriterleri biraz daha genişletilip öğretim üyelerinin temel görev alanlarına yayıldığını görüyoruz. Bunun da doğru olduğunu düşünüyorum. Örneğin çok eskiden ders anlatımıyla ilgili, lisansüstü tez yürütme tecrübesi aranmazken, artık bunlar önemli kriterler arasında yer alıyor. Kimse alınmasın ama şimdilerde bu ünvanı hak edenler daha belirleyici ve önemli kriterleri aşmış oluyorlar.
Üniversitelerimiz ise unvan kadrolarını öğretim üyelerine verirken, ÜAK’ın kriterlerini daha üst aşamalardan belirliyorlar. SCI indekslerindeki yayınların Q1 ve Q2 sınıfındaki dergilerde öncelikli olması talep ediliyor. Hatta TÜBİTAK’ın Yayın Teşvik Listesi baz alınıyor. Buradaki dergilerin ekseriyeti ise Q1 ve Q2 sınıfındaki dergiler. Diğer sınıflarda da dergiler var, ancak bu kapsamda çok az sayıdaki yerli dergilerimiz var.
Q1 ve Q2 sınıfındaki dergilerdeki yayınlar talep edilirken, üniversitelerin uluslararası alanda üst sıralara çıkarılması amaçlanıyor. Genç bilim insanlarını sadece bu hedefe yöneltmek, istenilen amaç için yeterli mi, bu tartışılmalıdır. Peki diğer alanlar ne olacak sorusunu sorabilmeliyiz.
Islah çalışmaları, yetiştiricilik teknikleri, sağlıklı gıda, faydalı model, patent, eğitim vb. konuların ihmal edilmesi eksiklik değil mi? Kriterler arasına bunları da koyabiliriz. Ancak olmaz olmazımız Q1, Q2 ise herkes buna yönelir. Bunun da ülkemizin beklentilerini karşılayacağı kanısında değilim.