Ülkemizde ulusal basına çok fazla yansımasa da, geçtiğimiz günlerde İngiliz medyasında havacılık tarihi açısından oldukça önemli bir haber yayımlandı. İngiltere Ulaştırma Bakanlığı'nın ‘Uçuşun Geleceği Eylem Planı'na göre, ülkede 2030 yılına kadar otonom drone taksiler yolcu taşımaya başlayabilecek.
Süreç planlandığı şekilde ilerlerse, ilk etapta 2026 yılında pilotların görüş mesafesi dahilinde başlatılması planlanan ilk uçuş denemelerinin ardından iki yıl içerisinde düzenli uçuşlar başlayabilecek.
Genellikle beş yolcuya kadar taşıyabilen farklı drone taksi modelleri, otomobillere göre üç kat daha hızlı yolculuk imkânı sunabilecek. Örneğin, drone taksiler ile 160 km’lik bir menzilde saatte 240 km hızla seyahat edilebilecek.
Daha ekonomik bir seyahatin yanı sıra, trafik sıkışıklığı, gürültü ve hava kirliliğinin önüne geçilerek daha sürdürülebilir bir taşımacılık alternatifi sunmayı planlayan bu sistem ile ülke ekonomisine de 2030 yılına kadar 57 milyar dolarlık yeni bir pazar oluşturulacağı ifade ediliyor.
Esasen drone taksi uygulamalarına ilişkin ön hazırlıklar yaklaşık 10 yıldır sürdüğü için bu haber çok şaşırtıcı olmasa da, taşımacılık tarihinde bir dönüm noktası oluşturması açısından önem taşıyor. An itibarıyla uygulamaya ilişkin çok fazla soru işareti mevcut ancak tümü zaman içinde çözülebilecek gibi görünüyor.
Bu haberi okuduğumda aklıma ilk gelen şey ise, izlerken geçmişte bizlere hayal gibi gelen 1960’lı yıllardaki Jetgiller adlı çizgi filmdeki uçan araçların nihayet yarım asrı geçkin bir süre sonra kullanıma başlanacak olması. Gelecek nesiller için oldukça sıradan bir ulaşım formatı olması muhtemel bu teknolojiye geçmişte İngiliz halkının bakışını 1939 yılında yayınlanan bir romanından Orwell şu şekilde anlatıyordu:
“Babamın zekâsı ağırdı, kendi tabiriyle kitap eğitimine alışamamıştı ve İngilizcesi iyi değildi. Gerçekten dinlendiği tek zaman olan pazar akşamlarında, oturma odasının şöminesinin önüne kurulur, kendi tabiriyle pazar gazetesini "bir güzel okurdu"… Daha sonra yemekte, babam turp ve taze soğanlarını çiğnerken düşünceli bir sesle, gazetede okuduğu şeylerden bahsederdi, yangınlar ve gemi kazaları, sosyete skandalları, yeni icat uçan makineler, Kızıldeniz'de bir balinanın yuttuğu ve üç gün sonra balinanın mide suları yüzünden bembeyaz olmuş ama sapasağlam çıkarılan adam – bu tür haberler hâlâ yaklaşık üç senede bir pazar gazetelerine çıkıyor. Babam bu habere ve yeni uçan makinelere hep kuşkuyla yaklaşırdı ama bunların dışında okuduğu her şeye inanırdı. 1909'a kadar Aşağı Binfield'da kimse insanların uçmayı öğrenebileceğine inanmıyordu. Resmi doktrine göre Tanrı uçmamızı istese bize kanat verirdi.”
İkarus efsanesi, Leonardo da Vinci’nin hayalleri ve Hezarfen Ahmet Çelebi’nin meşhur tecrübesi gibi oldukça ilginç bir tarihçeye sahip olan insanoğlunun uçma hayallerinin 1900’lü yıllardan itibaren Tanrı tarafından kabul edilmesi pek de şaşırtıcı değil, çünkü şu ana kadar bilimin olanak tanıdığı hiçbir teknolojik gelişmeyi reddettiği görülmedi…