Geçen hafta Mehmet Akif’in üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e düşmanlık edenlerin Akif’in Mısır’a Şapka İnkılâbından dolayı gittiğine dair gayri ciddi ve kasıtlı iddialarının kocaman bir yalan olduğunu yazmıştık. Bu hafta kaldığımız yerden devam edelim. Yukarıdaki iddianın tutmadığını gören Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları bu sefer de Akif Mısır’a sürgün edildi ve Şapka İnkılâbından dolayı da yurda dönmedi diye başka bir yalan üzerinden düşmanlıklarını sürdürdüler.
Akif, Mısır’dan yazdığı mektupların birinde “kendi ihtiyarımla çekildiğim şu inziva âleminde…” şeklinde ifadelerinden de anlaşılacağı üzere kendi kararı ve isteği ile Mısır’a gittiğini belirtir. Ayrıca kendisini sürgün ettiği iddia edilen Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Atatürk, ne hikmetse sürgün ettiği kişiye Kur’an-ı Kerim’i tercüme etmesini teklif eder ve Akif de bunu kabul eder. Yani sürgün eden(!) hem Kura’n-ı Kerim’in tercüme işini hem de bunun karşılığında para verecek, sürgün edilen de(!) bunu kabul edecek. Bunun akılla izahı yoktur. 17 Haziran 1936’da yurda dönen Akif’e yurda dönmeden 1 Haziran 1936’da emekli maaşı bağlanmıştır. Sürgün eden bir devlet nasıl devlettir ki sürgün ettiği adama henüz yurda dönmeden maaş bağlıyor. Akif’in sürgün edildiği de kocaman bir yalandır. Yalandan beslenenler hem Akif’e saygısızlık yapıyor, onu incitiyorlar hem de onu kendi pis düşüncelerine alet ederek Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e onun üzerinden kinlerini kusuyorlar. Ve en hazin tarafı da bunu din adına dindarlık adına yapıyor olmalarıdır. Bu Müslümanlıkla bağdaşır bir davranış şekli değildir.
Kuyruklu bir diğer yalan da Akif, Şapka İnkılâbından dolayı gitmediyse de Şapka İnkılâbından dolayı yurda dönmedi şeklindeki yalandır. Akif, hayatı, meseleleri sığ bir bakış açısı ile değerlendiren birisi değildir. Onun başımıza taktığımız fesle, sarıkla, şapkayla bir meselesi yoktur. Faruk Nafiz Çamlıbel, Yedigün dergisinde “Akif’i Nasıl Tanıdım” başlıklı yazısında Akif’in şu sözlerine yer verir: “Esas maksat kafalarda inkılâp yapmalıdır. Zihniyetler değişmelidir. Yoksa serpuş o kadar önemli değildir. Şapka da bir, herhangi bir başka serpuş da birdir…” Kaldı ki Akif’in Safahat’ına bakanlar görecektir ki, pek çok şiirinde fes ile dalga geçmiştir. Kendisi Mısırdayken başına da bir şey takmamıştır. Mithat Cemal Kuntay, Mısır’da başına fes takanların gavur olarak nitelendirildiğini söyler. Akif’in sadece kendisinin başına bir şey takmakla meselesi olmadığı gibi eşi ve kız çocuklarının da başörtüsü takıp takmaması ile ilgilenmez. Eşi ve kız çocukları ile çekildiği fotoğraflarına bakarsanız eşinin ve yetişkin kızının başında başörtüsü yoktur. Oğlu Emin, torunu Selma Argon da Akif’in kadınların kara çarşaf giymesine karşı olduğunu, başımıza şapka, fes veya herhangi bir şey takmanın da önemsiz olduğuna dair düşüncelerini hatıralarında yazarlar. 17 Haziran 1936’da yurda dönen Akif’in vapurdan inerken eşi İsmet Hanım’la birlikte çekilen fotoğrafında Akif’in başında şapka olduğunu söyler Mithat Cemal Kuntay: “Zayıflamış durumdaki şapkalı Mehmet Akif’in kolundaki refikası İsmet Hanım’ı görmese idim tanıyamayacaktım…”
Geçen hafta Akif’in Mısır’a gitme sebeplerinden birisinin de polis takibinde olmasına içerlediğini yazmıştım. Evet, Akif polis takibine alınmıştır. Sadece Akif değil Eşref Edip, Elmalılı Hamdi Yazır, Ahmet Hamdi Akseki gibi din adamları da polis takibine alınmış hatta tutuklanmışlardır. İstiklal Mahkemeleri emri ile tutuklanan bu kişiler temiz oldukları için serbest bırakılmışlardır. 1925’te ortaya çıkan etnik ve dini kökenli Şeyh Sait isyanı gibi genç Cumhuriyet’i yıkmaya dönük faaliyetler, Takrir-i Sükûn kanunu çerçevesinde ele alınmış ve birtakım takipler başlatılmıştır. Şeyh Sait sorgusunda, Sebilürreşat dergisinin adını vermiş ve bu sebeple Akif’le dergiyi birlikte çıkardığı hatta derginin imtiyaz sahibi olan Eşref Edip tutuklanmış dergi tatil edilmiştir. Suçsuzluğu anlaşılınca da serbest bırakılmıştır. Yani bu Akif’e özel bir polis takibi değildir. Genç Cumhuriyet’in doğal olarak kendisini yıkmaya dönük faaliyette olanlara karşı bir refleksidir bu. Günümüzde de bölücü ve yıkıcı faaliyetler içerisinde olanlar ya da olduğu şüphelenilenler aynı şekilde takibe alınıyor. Akif’in bu duruma üzülmesini, kızmasını haklı görebiliriz. Fakat çiğ yemeyen Akif’in karnının ağrıması da mümkün değildir. En yakın arkadaşları tutuklanmış ve suçsuz oldukları anlaşıldığında da serbest bırakılmıştır. Akif için böyle bir şey de yapılmamıştır.
Haftaya da Kur’an-ı Kerim tercümesi üzerinden yapılan düşmanlıkları anlatalım…