Bu dünyaya irademiz dışında gelir ve yine irademiz dışında bu dünyadan gideriz. Yani doğumumuz da ölümümüz de bizim dışımızda gerçekleşen bir olaydır. Bununla birlikte doğumumuz ve bütün bu süreç bizim dışımızda gerçekleşirken ölümümüz için bizim oyuna müdahil olma imkânımız var: İntihar.
Özellikle felsefe ve sanat intihar ile yakından ilgilenir. Immanuel Kant, Arthur Schopenhauer, Gilbert Keith Chesterton, John Stuart Mill, Hobbes, Locke, David Hume, Albert Camus gibi bir çırpıda isimleri sayabileceğimiz felsefecilerin bir kısmı intihar karşıtı iken bir kısmı da intihara destek veren argümanlar ortaya koyar. Elbette her biri kendince intihar olgusunu ele almış ve felsefi bir perpektif sunmuşlardır. Bunun yanında dinlerin de intihara karşı olumsuz bir tavır sahibi olduklarını söyleyelim. İntihara iyi ya da kötü nazarla bakılabilir ama nihayetinde bunun özgürce bir seçim olduğu üzerinde bir mutabakata varılır. Hem ülkemizde hem de yurt dışında intiharı özgürce bir seçim olarak görerek intihar etmiş pek çok sanatkâr özellikle edebiyatçı vardır.
İntiharın çoklukla belirli ruhsal rahatsızlıkların bir sonucu olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu ruhsal rahatsızlıkları bir kenara bırakarak insanları intihara götüren sebepler üzerine eğildiğimizde açıkça şunu görürüz: Bu hayat ya yaşanmaz bulunmaya ya da anlamsızlıklar yığını olarak görülmeye başlanır. Çıkmaz bir yola giren insanlar, içine düştükleri karamsarlıkla birlikte sığınacak bir sığınak ya da kendilerini teskin edecek unsurları bulamadıklarında intiharı tercih ediyorlar. Bu kimi zaman, toplumsal baskı, kimi zaman gelecek kaygısı, kimi zaman ümitsizlik girdabına düşmek şeklinde kendini gösterebilir. Bu durumda insanları intihar eşiğine getiren olaylar ve olgular mı suçlu yoksa bunlara maruz kalarak intiharı tek seçenek olarak gören intihar edenler mi? Sebep ne olursa olsun intihar için sonuç, "İntihar, geçici bir soruna kalıcı bir çözüm" oluyor.
Geçen haftaki yazımda Beşir Fuat’tan bahsetmiştim. Bu hafta da en az onun kadar trajik olan başka bir intihardan bahsederek yazımı noktalayayım.
Ümit Yaşar Oğuzcan, Türk edebiyatının velut şairlerinden biri olmasının yanında başarısız intihar girişimleri ile de meşhur olan bir şairdir. 24 başarısız intihar girişiminde bulunduğu söylenir. Bu sayı hayatı çekilmez bulan şairin ölmeyi ne kadar istediği ama bunu bir türlü beceremediğini gösterir. Babasının bu başarısız intihar girişimlerinin pek çoğuna şahit olan şairin 17 yaşındaki oğlu Vedat, bir gün küçük bedenini Galata Kulesi’nden aşağıya bırakarak intihar eder. İlk denemesinde intiharı başarır. Oracıkta can veren Vedat’ın soğuk bedeninin yanına gelenler, müntehirin avucunun içinde bir not olduğunu fark ederler. O notta “İntihar öyle değil böyle olur baba!” yazıyordur. Şair, hayatının bütün ıstıraplarını şiirleştirdiği gibi oğlunun bu intiharını da şiirleştirir. Münir Nurettin Selçuk’un Kürdîlihicazkâr makamında bestelediği şiir şudur:
“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.”