Tam beş gündür ve nefes almadan, Ztefan Zweig'in "Joseph Fouche - Bir Politikacının Portresi" adlı eserini okuyorum. Fouche, kesinlikle Makyevelli'nin 18. asrın sonlarında ve Paris civarında yeniden vücut bulmuş suretidir. Muhteşem bir politik zeka, olağan üstü gelişmiş bir koku alma duyusu ve daha neler neler.
Kelle koltukta yaşamak
Tarihin çok hızlı döndüğü, bir günün, hatta birkaç saatin bile büyük önem arz ettiği bir dönemdir. Omzun üstünde baş taşıyabilmenin bile tek başına “başarı” sayıldığı zamanlardır. Paris Devrim Meydanı’nda parlak ve keskin bir demir, giyotin, muhteşem bir zevkle günlük müşterilerini beklemektedir ve çok şükür ki müşterisi çoktur! İşte böyle bir dönemde hem siyasetin tam göbeğinde olup, hem de giyotine gitmeden ömür sürmek başlı başına bir meseledir ve Fouche, bu cehennemden kelleyi kurtarabilmiş “nadir” aktörlerden birisidir.
Ve böyle muhteşem bir dönemi ve böylesi sıra dışı bir siyasi aktörü anlatan kişi bir tarihçi değil de bir edebiyatçı olunca, hem kitap, hem de kitabın kahramanı çok daha olağan üstü bir karakter olarak yeniden canlanıyor.
Peki ya “bizimkiler”?
Ve kitabı okurken sık sık aklıma geldi; niçin bizim edebiyatçılarımız böyle eserler yazmazlar ve yazmadılar. Örneğin bir Yaşar Kemal, niçin hep birbirini tekrar eden kitaplar yazmak yerine, örneğin, Sultan II. Mahmut'u yazmadı? Niçin Necip Fazıl, o derin sezgileriyle Enver Paşa'yı yazmadı? Niçin Cemil Meriç, o eşsiz üslubu ile Sultan Abdülhamit'i yahut İsmet Paşa'yı yazmadı? Edebiyatçılarımızın kaleminden bizim tarihe mal olmuş büyük çocuklarımızı okumak güzel olmaz mıydı? Niçin bu güzelliklerden bizler mahrum kaldık?
Yeni neslin “birinci vazifesi”
Kitabın her sayfasında bu soruları sordum, cevapsız kalacağını bile bile... Yeni nesil edebiyatçılara bu yazı bir görevdir; ideolojinin kör ve sağır duvarlarını aşmak ve tarihin akışına yön vermiş aktörlerimizin portresini yeniden çizmek. Ama ön yargısız, içinde yaşadıkları dönemi kavrayarak, o kahramanların ruh yapısını, özel yaşamını da görerek ve bu bilgilerin siyasi kararlara ve iktidar savaşlarına nasıl yansıdığını da söyleyerek...
Evet, zor iş, kabul ediyorum. Bir sürü kitap, anı, mektup vs. okumak gerek bu zahmetin üstesinden gelmek için. Peki ama böyle büyük zahmetlere katlanmadan bir kaç asır sonra bile okunan bir yazar olmak mümkün mü?