Muhtemelen 1979’un yaz mevsimiydi, demek ki henüz 9-10 yaşlarındayım. Annemle kasabanın pazarında geziniyoruz, bana kısa kollu tişört alacağız. Bir satıcı tezgahının önüne geldik, annem ve satıcı, bana uygun tişört seçiyorlar. Bir ara, satıcı bir tişörtü tuttu üzerime, bana uyup uymayacağını tespit etmek için. Güzeldi, siyah renkliydi, beğenmiştim. Ama üzerinde kocaman bir bozkurt resmi vardı, işin burası hoşuma gitmemişti sadece. “Ecevit’lisi yok mu bunun?” deyiverdim. Satıcı bir bana baktı, bir de anneme ve bastı kahkahayı! Gülerken gördüğüm altın dişlerini halâ unutamam.
Bundan tam bir sene sonra 12 Eylül Darbesi oldu. Sabah uyandık her yer asker kaynıyor. Ama dünden karar vermişiz, amcaoğlumla beraber Tefenni’ye gideceğiz. Çıktık sokağa, Gölhisar yolundan araba çevireceğiz, olmadı 20 km yolu yürüyerek de olsa aşıp gideceğiz! Askerler bağırdı arkamızdan, evinize girin diye. Biz başladık kaçmaya! Biz kaçınca askerler de koşmaya başladılar arkamızdan. Fırtına gibi dereden aşağı yuvarlandık, askerlere izimizi kaybettirdik ve yola çıktık. Beklemeye başladık. Bir süre sonra, bir petrol tankeri gördük bize doğru gelen. El ettik, durdu. Atladık korku içinde. “Hayrola gençler, bu ne hal?” dedi kamyoncu, amcaoğlum “Tefenni’ye gitmek için çıktık yola” dedi. Ben de, sanki bana soran varmış gibi, hemen lafa karıştım; “sıkıyönetim anamızı s.ti” diye. Kamyoncu hafifçe başını öne eğdi, bana baktı ve pazardaki satıcının yaptığının aynısını yaptı, bastı kahkahayı!
Sonra gelsin ortaokul ve lise yılları. 12 Eylül olmuş, devletin programı dinci-muhafazakar nesiller yetiştirmek olarak deklere edilmiş ve bilhassa okullar bu konuda çok hassas çalışıyor. Safımı seçmiştim, devletin bu büyük planına rıza göstermeyecektim. Bir grup arkadaş, sağlam bir Sol-Kemalist yol çizdik kendimize ve şeklimizden hiç taviz vermedik. O günlerde, bilhassa lise çağımda muhafazakar okul müdürümden yediğim dayağın haddi hesabı yoktur!
Sonra fakülteli olduk. Artık biraz daha büyümüş ve okuduğum kitaplar sayesinde sosyalist fikirlerle tanışmıştım. Fakültede sosyalist-devrimci talebeleri bulmam zor olmadı. Artık Kemalizm’e veda etme zamanı gelmişti, sosyalizm daha üst, daha kapsayıcı bir ideoloji olarak önümde duruyordu. Tabi 1980’lerin sonlarında sosyalist olmak çok ciddi bir karar. Bedeli çok ağır. Ben de bu süreçte o bedeli ödedim, emniyetin karanlık hücrelerinde tutuldum, güzel dayaklar yedim, savcıların karşısında çıktım, hakimlere ifade verdim, mahpushanelere düştüm, iki sene içinde iki farklı olaydan dolayı yaşımdan büyük hapis cezaları ile yargılandım…
Sonra, her şey gibi, fakülte talebeliği maceram da bitti, elimde bir çamaşır valizi ile Antalya’ya geldim, karın tokluğuna bir muhasebe bürosunda çalışmaya başladım. Akşamları Eski Otogar’ın bekleme salonlarında yatıyor, gündüz işe geliyordum. Bu esnada Burdur’lu genç bir avukat olan Mesut Kılcı’nın CHP Merkez İlçe Başkanı olduğunu öğrendim, gittim, tanıştık ve fakülte talebesi olduğum günlerde mütemadiyen küfür ettiğimiz bu partiye üye oldum!
Tam 20 sene CHP’de kendi çapımda siyaset yaptım, bunun 10 senesi Muratpaşa Belediye Meclis üyeliği şeklinde tezahür etti. 2011 seçimlerinde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu önseçim yapacağım demişti, ben de onun bu beyanını ciddiye alıp milletvekili aday adayı oldum, boyumdan büyük bir kampanya yaptım. Sonra önseçim olmadı ve doğal olarak aday bile olamadım!
Bu süreçte CHP esaslı bir değişim geçiriyordu, açıkçası bu değişimi hayırlı görmüyordum. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, aday adayı olduğum günlerde tanıştığım ve çok ciddi maddi zarara uğradığım bir dolandırıcının, bir yalan makinesinin, hemen her gün CHP Genel Başkanı ve bazı genel merkez yöneticileri ile sürekli samimi görüşmeler yaptığına şahit olmak, bütün psikolojimi alt üst etmeye yetti ve belki de bardağı taşıran son damla oldu, 2014’ün Eylül ayında CHP’den istifa ettim.
2015 senesinin Ocak ayında yapılan kongrede, elbette Menderes Türel başkan’ın referansıyla, Ak Parti İl yönetimine girdim. Ama parti içinde bazı “etkili ve yetkili” odaklar, çeşitli vesilelerle, benim gibi sosyal-demokrat bir anlayışla büyümüş bir aktöre bu partide yer ve ihtiyaç olmadığını birkaç ay içerisinde belli ettiler ve benim de bunu görmemi sağladılar. Eh, belki de haklıydılar, zira gerçekte parti “onlarındı”. Fiilen geri çekildim ve aynı yılın yaz aylarından itibaren partiden ve siyasetten bütünüyle uzaklaştım. Ta ki 2019 senesinin Ocak ayında Kepez Belediye başkanı Hakan Tütüncü ile makamında yaptığımız bir kahve sohbetine kadar. Birden bire kendimi Kepez Belediye meclisinde buldum, halen de bu görevdeyim.
Kültürel kimlik olarak Yörük’üm, elbette Türk’üm ve elhamdülillah Müslümanım. Ama Türkiye’deki reel siyasetten hiçbir umudum yok ve hiçbir siyasi davaya ve ideolojiye ilgi duymuyorum. Adına hümanizm denilen, insan sevgisi denilen bir ideolojiden başka hiçbir beşeri sosyolojik önermeye değer vermiyorum. Buna bir de “adalet” kavramını ilave edebilirim, adalet ve hümanizm, hepsi bu.
Aile ve dahi sülale geçmişimde siyasetle ilgilenmiş bir Allah’ın kulu yok. Ömrü tarlalarda ve inşaatlarda geçmiş fakir bir adamın oğluyum. Devlette görev yapmış bir başçavuş yakınım ya da en alt seviyede bir devlet memuru akrabam bile yok. Tecrübeli bir ağabeyin dediği gibi, “devletin ve sistemin defterinde adım yok” ve dolayısıyla, gelecekte esaslı bir siyasi pozisyonum olmayacağını da bal gibi biliyorum. Peki ama, şu halde nedir beni siyasetin bu esrarengiz, gizemli ve karmaşık yollarında yürümeye mecbur kılan, ne yitirdim de buralarda ne arıyorum, işte bir tek bunu bilmiyorum. Açıkçası, her şeyi biliyorum ama, galiba haddimi bilmiyorum.
Bazen insan hayatı istemediği gibi şekilleniyor,ne kadar müdahalelerib tercihleri, insanı başka bir yöne savuruyor.
selam esref bey, kardes, arkadas :)), yilmak yok.. kimi dolar milyoneri, kimi de bilgi ve humanizm milyoneri olur. insan olma kriterlerine göre utanacak ne yaptin ki? kimi milliyetci, kimi muhafazakar, kimi devrimciyim diyor! sen ,,, ve ben gibi, bazi o sun i ,,,ufak defek dünyevi daglari asmis,, lar olarak bizlerde sunu rahatlikla söyleyebiliyoruz; ben-biz milliyetci muhafazakar devrimciyiz!! baska türlü ifa zaten eksik olurdu, bu kdaim topraklarin, kadim kültürünün mensubu olarak, o meshur bati nin katagorik kaliplarindan cikarak söööyle bir düsününce, dogrusu da budur.