Birkaç gün evvel facebook hesabımda bir paylaşım yaptım ve buna bağlı olarak epey esaslı bir tartışma yaptık sosyal medyada. Önce paylaştığım metni buraya alalım, sonra devam ederiz.
“Geçen gün bir ağabey, kızını aldı geldi ofisime. Kızı çalışmak istiyormuş, para kazanması gerekiyormuş. Hoş-beşten sonra sordum "yaşın kaç?" diye, 19 dedi. "Yani sen henüz 19 yaşındasın ve belediyenin herhangi bir yerinde çalışmak istiyorsun, doğru mu anladım?" dedim, doğru dedi. "Yani sen henüz 19 yaşındasın ve bütün hayalin asgari ücret karşılığı bir yerde çalışmak, öyle mi?" dedim, öyle dedi.
Elbette bu sorduklarım hiç hoşuna gitmedi ve bana kızdı. Bu konuda elimden geleni yapacağıma söz verdim ve gittiler.
Gittiler gitmesine de, asıl büyük soru şu; henüz ömrünün baharında bir çocuğumuzun hayalleri niçin bu kadar dar ve küçük? Ben 19 yaşımdayken, dünyayı yıkabileceğime ve daha iyisini kurabileceğime inanıyordum ve bunun için yorulmadan, usanmadan çaba harcıyordum. Çocuklarımızın hayalleri niye yok? Niçin büyük düşler kurmuyorlar? Nedir bu çürüme, bu vasatlık? Aklım almıyor, anlayan varsa beri gelsin!”
Metin bu. Ve bu paylaşıma epey bir arkadaşım fikir beyan etti, kendi zaviyesinden cevap vermeye çalıştı. Bir arkadaşım da bana, “sen kendi cevabını niye saklıyorsun?” diye bir sual sordu. Haklıydı, benim de bu son derece can yakıcı hususta diyecek sözlerim olmalıydı, başlıyorum.
Franz Kafka’yı bilirsiniz değil mi? Hani 20. asrın en karamsar, en kötümser adamını? Peki ama, nasıl karamsar olmasın, gençliği dünyanın en gelişmiş ülkesinde geçti. Ve fakat bir gün, 1918 senesinde, doğduğu ve büyüdüğü ülke, meşhur Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, üstelik birkaç sene içerisinde, paramparça oldu. Travmatik bir tarihi an olduğu kesindir.
Ve bu zeki ve karamsar adam, 1912 yılında “Dönüşüm” adlı o meşhur hikayesini yazdı. Büyük savaş henüz başlamamış ve fakat dünyanın ve Avrupa’nın geleceğine dair iyimserlik pek azalmıştır. Doğal olarak insanlığın geleceğine dair karamsar ve kötümser bir tablo belirmeye başlamıştır. (Kafka’dan dört yıl sonra bu kez Lenin Emperyalizm üzerine yazdığı meşhur kitabını yayımlayacaktır ve O da, Kapitalizm’in başka bir aşamaya, daha kanlı, daha vahşi, insan ve tabiat için daha tehlikeli bir aşamaya, Emperyalizm aşamasına geçtiğini deklare edecektir.)
Kafka’nın “Dönüşüm” adlı hikayesinin konusunu elbette hepiniz biliyorsunuz, Gregor Samsa, bir sabah uyandığında kendisini, böcek olarak bulur. Ve hikaye, bu böceğin yaşadığı sorunlarla birlikte ilerler gider. Yani bu deha düzeyindeki karamsar adam, gelecek zamanlarda insan’a nasıl bir rol biçildiğini görebiliyordu; bütün insan soyu büyük binalarda, plazalarda, gökdelenlerde, bürolarda, çaresiz bir şekilde kıvranan böcek’e dönüştürülecekti ve Kafka, bu karanlık çağı “müjdeliyordu!” Kısa süre sonra bu “gelecek okuma” kervanına İngiliz yazar Huxley de katılacak, ve O da, insan’ın gelecek zamanlarda nasıl çürütüleceğini ve teknolojinin bu süreçte nasıl büyük bir işlev yükleneceğini yazacaktır. (Herhalde şimdilerde yaşayan bizler, Huxley’in bir büyük dahi olduğuna kesinlikle hükmedebiliriz).
Ve kısa bir bilgi notu daha paylaşmama izin verin; bütün bu olan-bitenlere ilaveten, yine Batı entelektüel dünyasında, “yeni-ortaçağ” diye bir kavram tartışılıyor. Yani içine düştüğümüz bu çağı bir yeni orta çağ olarak tanımlayan kayda değer bir entelektüel çevre var Batı’da. (İnternette bu konuda epey yazı, kitap, makale vs bulabilirsiniz.) Teknolojinin ve bilimin bu kadar ilerlediği bir zaman dilimine nasıl Orta Çağ denilir, değil mi? Ama evet, denilir ve maalesef ben de aynı kanaatteyim; insanlık bir bütün olarak yeni bir orta çağ rejimine gark edilmiş olabilir. Bu hususta çok güçlü emareler olduğunu hissedebiliyorum.
Şimdi, gelelim mevzumuzun esasına. Gençlerimiz niçin hayal kurmuyor, düş kurmuyor diye sormuştuk değil mi? Çünkü orta çağlarda insan düş kuramaz, sadece canlı olarak yaşama refleksi gösterebilir. Yani hayal kurmak, düş kurmak ve bunların gerçekleşmesi için gayret göstermek, aklın ve insan’ın yükseldiği çağların ürünüdür. İnsan çürürken hayal kuramaz ve içinde yaşadığımız çağ, insan’ı özne olmaktan çıkartıp, nesne haline dönüştürme çağıdır. Kafka bunu “insanın böcekleştirilmesi” olarak görüyordu. Elbette böcekler hayal kuramaz.